30 Haziran 2010 Çarşamba

Mim Özlemişim Ben Seni

Dün French Oje beni mimlemiş. Benden uzun zamandır mim yazmamamın verdiği hasretle hemen havada kaptım mimini. Mimde başkalarının da bilmesi gereken ve hayattan öğrendiğimiz sırrımız isteniyor.


Benim sırrım dostluğa dair. Bugüne kadar hayatımda birçok dost diye nitelendirdiğim insanlar oldu ama bunların sayısı iki en fazla üç tanedir. Arkadaşlıkla dostluk kavramı her ne kadar benzer anlama gelir gibi gözükseler de aralarında uçurumlar var aslında. Hayatta öğrendiğim en önemli şeylerden biri herkesin dost olamacağı ve dost sayınızı ne kadar az tutarsanız, dostluklarınız o kadar sahici olacağı. Etrafımda herkese dost gibi davranan "aşkım", "birtanem" diye gereksiz ve bir o kadar da samimiyetten uzak yalancı dostluklarla dolu. Bunun yanında dost dediğinin arkasından konuşan yada içten içe kıskanan insanlar da var. Aslında hayatta gerçek anlamda hiç dostu olmayan dostluk kavramının ne olduğunu bile bilmeyen insanlar bunlar. Size tavsiyem her zaman yanınızda olan çıkardan çok çok uzak, az sayıda ama sağlam ve hayat boyunca sizi arayacağından bir an bile tereddüt edemeyeceğiniz dostluklar kurun. Diğerlerini ise çıkarın hayatınızdan ve "Merhaba" ötesine geçmeyin onlarla.

Bende bu mimi Kısaca FD, Hande, Bakkal, Muffin ve Leah'e şutluyorum, haydi kolay gele...





İyi ki Doğdun Blogcum


30 Haziran'a gireli tam bir saat oldu.

Blog yazmaya karar verip ve bu işe soyunalı ise tam 1 sene.

İlk günden bugüne sayısız blog okudum, sayısız ziyaretçi geldi geçti blogumdan. İçimden geçen herşeyi bloguma yazdım. Yeri geldi ahkam kestim, yeri geldi dert yandım. Yeri geldi günlük vazifesi gördü blog bana.

144. ziyaretçi ve aldığım birçok takdir dolu yorumlar ne kadar da doğru bir karar verdiğim bir kez daha gösteriyor. İlk zamanlar 3 tane blogum vardı. İlk takipçilerim bilirler "Tele-vizyondakiler" ve "Okumak Lazım" ve şuan devam ettiğim "Aysa's Home".


Bu bloglarımı daha sonra tek bir blogta birleştirmeye karar verdim. Ciddi şeyleri pek dile getirmedim (siyaset, memleket meseleleri vs.) o konular hakkında yeteri kadar ahkam kesen vardı zaten, fazlasına gerek yoktu.


Sadece ben içimden geçenleri döktüm. Blogun isim hikayesi ise şöyle; ortaokuldayken hayranım olan çocuğun arka sıramdan (Mutaf adlı şarkıcının Ayşa adlı şarkının popüler olduğu zamanlar) "Ayşa, Ayşa duy sesimi" şarkısını arka sıramdan böğüre böğüre söyleyerek kendince bana aşkını ilan etmeye çalışması ve benimde o zamanlar içten içe bu durumun hoşuma gitmesi. Buna rağmen çocuğa yüz vermiyor ve cool kızı oynuyordum daha o yaşta. (yaş 14-15 tabi o sıra) Hayranımın uzunca bir süre bana yaptığı serenatlar sonucu, Ayşa lakabı üzerime yapışıp kaldı. Önce dershane yayılan bu lakap daha sonraları lisede arkadaşlarım tarafından kullanılınca benimsemem hiç de zor olmadı. Yıllar yılı böyle olunca da blogumun için de beni en iyi yansıtan ismin bu olduğunu karar verdim.

Aksilik olmazsa uzunca bir sürede yazmaya devam etme düşüncesindeyim. Beni bu zamana kadar yalnız bırakmayan ve sayfamı takip etmeye yeni dahil olan herkese çok teşekkürler.

Siz okumaya devam ettikçe Ayşa evinden sizlere bildirmeye devam edecek emin olun. Sevilmektesiniz, hepinizi öperim. 







26 Haziran 2010 Cumartesi

Zart Sınav, Zort Sınav


Ne sınavmış arkadaş, herkes bir stres bir panik. Dün kuzenimle konuştum o da sınav kurbanlarından. İyice psikolojisi bozulmuş üzüldüm bayağı. Bir belirsizlik, bir karamsarlık.

Vaktinde tek sınav bizim canımızı okurken kim bilir üç tanesine girsek halimiz nice olurdu. Ki ben zaten stres bir insan olarak n'apardım hiç bilemiyorum. Gerçi bu sene üniversitelerde kontenjanlar artırılmış sınavada az kişi girecekmiş. Umarım herkes istediği bölüme girer. Üç kuzenimde KPSS'ye girecek. 


Liseye sınavla, üniversiteye sınavla, işe sınavla, sınav, sınav, sınav... Ömrümüz test kitapları arasında heba ederek geçiyor. İş hayatına girene kadar bu sınavlar yüzünden beynimizi yiyoruz, kafayı yemiş psikolojik rahatsız insanlar olarak iş hayatına atılıyoruz. Hepimiz için hayırlısı olsun !




24 Haziran 2010 Perşembe

Tatil Tatil Tatil

Bugün nihayet son sınavıma girdim ve ikinci sınıfı anlımın akıyla bitirmiş bulunmaktayım. Sınav sonuçları belli olana kadar üçüncü sınıf moduna girmeye niyetim yok gerçi. Kritik dersim yok ama iyi bir ortalama herkesin olduğu gibi benimde hayalim.

Bloga göz attım da bayağıdır boşlamışım. Yazın can sıkıntısından bloga sarabilitem oldukça yüksek. Bugün sınıftakilerle veda moduna girdik bir kısmıyla elbette görüşeceğiz ama memlekete gidenleri ancak aylar sonra görebileceğim.

Bugün yanımızda birşeyler yemeye Lenka da bizimle geldi. (kendisini Çekli ve Erasmusla bu dönem geldi) Ama Türkçesi o kadar iyi ki biz çeviri için cebelleşirken anlayıp cevabını yapıştırıyor bile. Sen Allah'ın Çek'inden gel hem ingilizceyi su gibi konuş üstüne bir de türkçe öğren. İmrenilesi yetenek! Üstüne üstlük mıhlama ve künefeyi sevmesi , birşeye şaşırdığında tepkisinin "uhaaa" olması, Türkiye'nin bir çok ilini gezmesi hatta ve hatta kolbastıya kadar herşeyi bilmesi gerçekten Erasmusla ülkemize gelmiş olması konusunda bizi çelişkiye düşürdü. Dört gün sonra gideceği için not defterine hatırlatma notları yazdık. Gidince baksın da bizler yaad etsin diye. Sonra da sarılıp vedalaştık. Gurbetlik gerçekten de zor iş kardeş.



22 Haziran 2010 Salı

Erkekler Ne İster, Kadınlar Ne Anlar?


Geçen gün "Erkekler Ne İster, Kadınlar Ne Anlar?" filmini izledim. Filmde Ben Affleck, Drew Barymore, Scarlett Johansson, Jennifer Aniston gibi birçok ünlü aynı filmde.

Konusu klasik Adem'le Havva'dan beri tartışılagelen mevzu; ilişki boyunca erkekler ne ister kadınlar ise bunu neye yorar.

Konunu işlenişi "Kadın Aklı, Erkek Aklı" adlı filmi hatırlattı bana. İlişkiyi hem kadınların hem de erkeklerin bakış açısıyla işlemişler. Hayatın acı gerçekleri de denebilir buna.

İşte size filme dair, ufak bir soru;


Eğer bir erkekle ilk defa dışarı çıktıysan ve bu erkek bir dahaki seferki buluşma için seni arayamıyorsa, bunun sebebi ne olabilir?

A) Mutlaka numaranı kaybetmiştir.
B) Senden hiç mi hiç hoşlanmamıştır.
C) Telefonun başına bir şey gelmiştir ve senin numaran dahil tüm numaralar telinden silinmiştir.
D) Senden telefon bekliyordur.

Cevap mı ne, filmi izleyenler bunun cevabını adı gibi biliyorlar. Evet doğru cevabımız "B".  Kadınlar duygusal düşündükleri için muhtemelen bu şık onlar için en son ihtimal ve bu gerçeği kabul etmek istemezler. Acı gerçeklerle yüzleşmek isteyenler bu filmi tavsiye ederim.



15 Haziran 2010 Salı

Pazar Candır

Bugün annemi önüme katarak ne zamandır ertelediğimiz Salı pazarına gittik. Tezgah deşeledik, insan iteledik pek de güzel stres attık. Pazar ortamı malum kadınlar çıldırmış gibi bir bluz için birbirini çiğniyorlar. Hele bazıları öyle hırslı ki alma niyetinde olduğun ve elinle ayırdığın tişörtü bile çekip elinden alabilme kapasitesine sahipler. Bende gitmişken eşeledim, deşeledim ve iki t-şört, bir tane yelek ve bir tane de elbise aldım. Defosunun nerde olduğu bilinmeyen ve dükkan fiyatından çok çok ucuz fiyata olan tişört ve elbiseler beni benden aldı. Sınav arası stres attım pek de iyi oldu.

 İzmir'de oturanlara Hatay salı pazarını şiddetle tavsiye edilir. Az paraya çok iş, fena mı?


7 Haziran 2010 Pazartesi

İmrenirken Bir Kez Daha Düşünmek Gerek

Bugün Alsancak'tan Bornova'ya otobüsle giderken otobüste yüzü çok güzel olan bir kız gördüm. Biz kızlar da güzel bulduğumuz hem cinslerimizi inceleriz, siz incelediğinizde arıza çıkarsak bile. Sonra kızın yanına sevgilisi oturdu. Ve sonradan farkettim ki kız sağır ve dilsizmiş. Ama ona rağmen kendine güveni ve kendini ifade edişi bizden kat ve kat daha iyiydi. Özellikle de mimikleri.

Karşıdan bazen bize kusursuz gibi görülen insanların kendilerine göre problemleri ve eksik yanları olabiliyor bir kez daha farkettim. Gene epey bir zaman önce arkadaşımla cafede oturuyorduk karşı masada da manken gibi bir kız vardı, şöyle sarışın, düzgün fizikli falan. Hatta arkadaşımla aramızda da konuştuk ne hoş kız falan diye. Epey bir oturduktan sonra arkadaş grubuyla kalktılar masadan ve o an farkettim ki kız tekerlikli sandalyedeymiş tam karşısından baktığımız için farkedememiştik. Sonra da üzüldük kız için. Onun durumunda olmak çok zor olsa gerek.

Bu iki olaydan sonra düşündüm ki, hayatta her zaman kendinle barışık olmak gerek. Kusursuz insan yoktur varsa da o da kendini öyle bulmuyordur aksineyse henüz ben rastlamadım. Kafayı takmaya gerek yok! Sahip olduklarımızın kıymetini bilmeyi deneyelim, o bize yeter.





5 Haziran 2010 Cumartesi

Tatil Gelse Ya Artık


Kaç gündür kafayı yemek üzereyim projellerin görsellerini hazırla yok afişi, billboard, indoor, outdoor, gazete, dergi cart curt. Bugünde ajansa Pizza Tomato'ya alternatif logo hazırladım. Onun dışında projelerin bir tanesi halloldu, geriye kaldı en zoru. Grupta herkes birbirine girdi. Arbede, itiş kakış. İki tarafı da sakinleştirme görevi bana düştü. Farklı karakterdeki insanların aynı grupta bir arada çalışması ne kadar da zormuş meğer. En yakın arkadaşların olsa bile bir maraz çıkabiliyor. İş hayatında ne gibi zorluklar bekliyor bizleri kim bilir.


Onun dışında derslerde bitti geriye kaldı sınavlar ve sunum. Havalarda berbat, sürekli yağmurlu ve serin. Ne giyeceğimi şaşırdım, yatarken üzerime ne örteceğimi de...  Sınav zamanı hava böyle olmaz kesin yanar kavrulur ortalık, zaten bizde de şans yok ki!

Staj dönemi ise üç ay olabilirmiş, tatil yalan oldu gibi gözüküyor. Memnun olacağım ve kendimi geliştirebileceğim bir iş yaptıktan sonra seneye boş zamanlarımda bile ajansta çalışabilirim şikayet etmem gerçi. Günler çabuk geçse, tatil gelse, yatsak uyusak gamsızca çok da süper olmaz mı ya?