29 Ekim 2010 Cuma

O Zaman Şarkı Söylemek Lazım

Bugün bizimkilerle okulun iletişim bölümü karaoke partisine gittik. İlk defa karaoke denen olaya dahil olacağım için epey bir merakta ediyordum. Yer küçücük bir mekandı Alsancakta. Gel gör ki unutuğumuz bir şey vardı, o da karaoke barın çoğunun bizim okulun öğrencileriyle dolu olmasıydı. Netice itibariyle gelsin Demet Akalın'lar gitsin Serdar Ortaçlar. Şarkılar yabancıydık, melodilerede orda burda denk geldiğimiz kadar yakın. Popüler kültür buysa bundan biz bundan bi haberdik. Aksine bu halimizden pek de bir memnunduk.


Gelen bir kaç tip ise "Allahım sana geliyorum yarap" dememize neden oldu. Fake sarışın kızın leopar desenli taytı ve uzunluğunun en az 10 cm olarak düşündüğümüz ayakkabıları beni benden aldı. Yanındaki kızında aşağı kalır yanı yoktu ya neyse. Seksi olmakla seksi olmaya yırtınmak arasında fark bu olsa gerek. Kenan Doğulu gecenin en iyilerindendi, Teoman falan istemiştik ama nerde. Demet Akalıncı gençlik içinde heba oldu gitti Teoman şarkı isteklerimiz.

Bunların dışında kimimiz az ses kaybıyla, kimimizde çok ses kaybıyla mekandan ayrıldık. Maksat muhabbet olduğu için karaoke bahane, muhabbet şahane oldu bizim için.




23 Ekim 2010 Cumartesi

Bak Peline Peline


Herkesin olduğu kadar benim hayatımdan da gelen geçen Pelinler oldu. Bu Pelin diye tabir ettiklerim, aslında adı Ayşe, Fatma vesaire olabilen Nil Karaibrahimgil'in de deyişiyle dört ayağı üzerine düşen kızlar. İster şeytan tüyü deyin, ister ballı ama en önemli özellikleri hayatı boyunca çok şanslı olduklarıdır. Aşkta da kazanırlar kumarda da... Sana amorti bile çıkmazken, ona kazı kazandan ikramiyeler çıkar. Okeyde okeyler hep onu bulur, düşeşler hep onundur falan. Hatta küçüklükten itibaren cipsin içinden size hiç halt çıkmazken, küçüklükten ballı olan bu kızlara tasosu, oyuncağı, beleş kontörü bütün hepsi bunlara çıkar.

İşin ilginci bu kızlar çok da güzel değillerdir ama çok şanslıdırlar. Genelde hiç boşta kalmazlar. Her türlü nazları çekilir, gözlerinin içine bakılır, el üstünde tutulurlar falan. İlişkileri uzun sürer, baktı olmadı mı hemen vakit kaybetmeden başka birini buluverirler.

Bu da yetmezmiş gibi, okulda da başarılıdırlar. Hem deli gibi gezer tozarlar, hem de notları yüksektir. Ya da çoğu zaman sınırdan ne yapar eder, geçerler. Hiç bir dersten kaldıkları görülmemiştir.

Evet tam bu tariflere uyan 2, 3 tane tanıdığım insan var. İşin özü onlar birşey için fazla çabalamazlar, herşey ayaklarına gelir. Sizin de var mı böyle tanıdıklarınız, haydi duyayım sesleri =)



19 Ekim 2010 Salı

Yazı Mazı, Post Most


200 kişi oldu hatta geçti bile blogum. Yazdıklarımın beğenilmesi ve izlenmesi gerçekten güzel bir duygu. Hele de bunu küfür etmeden, özel hayatımı ifşa ederek değil, kendi üslubumca içimden geldiğince ama edebince yaptığımdan daha da mutlu oluyorum. En önemlisi de yazdıklarıma sahip çıkıyorum. Anonim olmamak bu yazılar bana ait diyebilmek de ayrı bir keyif.

Size dünkü yağmurdan bahsedeyim. Dünya biz sivri akıllılar Çağla, Begüm,ben ve Melih kapalı hava da gidilebilecek en son yer alan Forum Bornova'ya gittik. Ne akla hizmet yaptık bilmiyorum. Oradan da Buca'ya Çağlaların evine. Çağla'nın kedisi Şaşkın'ı mıncırdık. Cinsiyeti erkek olan Şaşkın'ın hemcinslerine olan düşmanlığı Melih'ten köşe bucak kaçmasına neden oldu. Kedicik korkudan evin en ücra köşesinde uyuyup kalmış. Dört kişi zor bulduk kediyi.

Dün de "Ejderha Dövmeli Kız"ı okumaya başladım. Genelde her yazarın üslubu sarmadığından ilk sayfalardan sarmadı mı asla devamını getiremem okumanın ama bu kitaba bayıldım. Sonra da filmini izlemek niyetindeyim. Bir de "Ateşle Oynayan Kız" varmış bu kitabın devamı niteliğinde o da fena olmasa gerek.

Şimdilik gelişmeler bunlar, sonra görüşmek üzere. (hasta luego)


16 Ekim 2010 Cumartesi

Şeytan Marka Giyer


Bugün evde film keyfi yaptım seçimim ise "Şeytan Marka Giyer" filminden yana oldu. Anne Hathaway ve Meryl Streep'in başrollerini paylaştığı filmde, patron ve asistan arasındaki ilişkiyi güzel bir dille ele almış.

Filmin konusu "Kavak Yelleri"nde Mine ve patronu Lerzan hanım arasındaki geçen diyalogla bire bir aynıydı. Sert bir patron ve emrinde canını okuduğu bir asistan. Filmde verilen en iyi mesaj ise eğer bir mesleği yapıyorsan ona tam anlamıyla hakim olmalısın. Her mesleğin gereklilikleri vardır, giyimden tut uygulamaya kadar. Ve de asıl amacın olan mesleği yapman da diğer iş alanlarını basamak olarak kullanabilirsin ancak o basamakta oyalanmak insanı çok da mutluluk etmez.


Bir zaman sonra yapmayı istediğin işi yapmalı insan. Bunların dışında oyuncuları açısından da başarılı bulduğum film. Hafta sonu için kafa yormayan ideal bir film sayılabilir yani. Bunun yanında modayı sevenler içinde her karesini pür dikkat seyredecekleri hoş bir film.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Saçma Sapan, Karman Çorman


İki haftadır tempolu bir şekilde sürüyor hayatım. Dersler başladı, ödevler bile verilmeye başlandı. Üzerine Radyo, Sinema ve Radyo bölümünden yandala başladım bu sene. Genelde giriş dersleri olduğundan benim için yeterli olduğunu düşünüyorum. Ama bunun için film dağarcığımı geliştirmek gerek ve sizden film tavsiyeleri bekliyorum.

Bunun dışında bu sene iki tane uygulama dersimiz var. Biri bilgisayar ve film çekim teknikleri üzerine. Microsoft Word ne nalet bir programdır, evdekiyle okuldaki versiyonlarda farklı olunca öğretilenleri uygulayana kadar bayağı bir efor sarfediyorum.

Az önce bir blog yazısı okudum. Konusu ihanete uğramış birinin hikayesi. Yapılan yorumlar ise beni benden aldı. Yorumlar çeşit çeşit. İşte "seven insan aldatır", "ilişkide olmazsa olmazdır ihanet", "istenmese de hep oluyor" falan filan. Eee güven bunun neresinde? Ya da nasıl ilişki yaşıyor bu insanlar. Her an aldatılırım ya da kendimi hakim olamam aldatırım korkusuyla mı yaşıyorlar. Afedilecek bir şey olarak görmüyorum, "bir gecelik bir şey" versiyonuna büründürülerek sevimli hale getirilmeye çalışılsa bile.

Son olarak resimdeki kişi ve objeler temsilidir, kime aitse hakkını helal etsin. Adios, hasta luego (henüz iki kelime İspanyolca öğrenen kızın görgüsüzlüğü part 1 ) 



10 Ekim 2010 Pazar

İlgincim, İlginçsin, İlginç

Smge beni mimlerde ben hiç yazmaz mıyım hiç! Konumuz hayatımızda karşılaştığımız yedi ilginç şey ya da önemli şey. Ben 7 tane ilginç şeyi yazmakta karar kıldım. Tekrardan sağol Smgecim.


Öncelikli hayatımda ilginç olay şeylerden biri, benim bile adapta olmakta zorlandığım teknolojiye, ailemin hatta sülalemin bende daha çabuk uyum sağlayabilmesi. Ailem her yerdeler, Facebook, Twitter, blog, Msn ve benim dahil olmadığım bazı yerler.Allah'tan hem annemle hem de babamla ebeveynden çok dost olduğum için hiç bir sıkıntı yaşamıyorum. Rahatım yani, çekincem falan yok hiç. Teknolojik aletlere olan uyumları da beni benden almakta. Örneğin bana durmadan telden mesaj atan bir annem var, Facebook'ta da dürten babam. Bunun yanında fotoğraf ve video çekmenin yanı sıra bunların kurgusunda da benden çok daha yetenekli babam aynı zamanda. İleride ben anne baba, onlarsa benim çocuklarım olacaklar bu gidişle.

Bunun dışında bir arkadaşım var liseden. Lise 2'de aynı dersanede, son sınıfta aynı sınıftaydık hem dersane hem de okulda. Aynı mahallede oturmamızda cabasıydı. Telefona da her daim dip dibe olmamızdan dolayı; 7/24'lük Günce diye kaydetmiştim kendisini. Sanki olacaklar içime doğmuş gibi. Üniversite sınavları geldi çattı. Bu kez birbirimizden bir haber tercih yaptık. Sonuçlar açıklandığında öğrendik ki ikimizde aynı üniversiteyi kazanmışız. Felek yine ağlarını örmüş anlayacağınız. Koca okulda üç kişi vardı bizim okulu kazanan ikiside zaten bizdik. Hala da çok sık görüşüyoruz. Planlasak bu kadar dip dibe düşmezdik, hayat çok ilginç hakikatten.

Online ortamda hayatıma salça olanlar gerçek hayatta yoklar. Kısmetim internet ortamında daha açık yani ama onlardan da bir cacık olmaz biliyorum. 

Gerçek hayatta tüm arıza erkeklerin beni bulması da ayrı bir ilginçlik. Hayır en azından uzun bir süre hayatımda tutunabilen birileri olsa.

Maşallah diyerek bir de her zaman dört ayağımın üzerine düşmem de bana ilginç geliyor. İşlerim çoğu zaman rast gidiyor.

Lisede ise İzmire olan üniversite gezisinde Ege Üniversitesi'ne gidemememiz ve kendimizi vakit geçsin diye şuan okuduğum üniversitede bulmamız. Şu anki rüya gibi olan kampüste değiliz tabii o zamanlar. Fabrikada bozma iğrenç bir binada eğitim görmekte öğrenciler. Video izletmişlerdi ve "bu üniversitede kim okur yeaa hem de para veriyolar" diye büyük konuşup, daha sonra da soluğu aynı üniversite aldım. Ama şimdi hiç pişman değilim, okulumu seviyorum o ayrı.

Hayatımda sevdiğim insanlara bir türlü kızamıyorum, hep alttan almak zorunda kalıyorum. Ve hayır demeyi pek de beceremiyorum onlara. Ben cidden ilginç bir insanım,acaba ben niye böyleyim? 



5 Ekim 2010 Salı

Dost Dost Diye Nicelerine Sığındım

Size de mutlaka olmuştur. Dost diye benimsediğiniz insan, aynı yemeyi paylaştığınız, aynı yatakta uyuduğunuz, beraber şişe çevirme oynayıp birbirinize sırlarınızı gönül rahatlığıyla açtığınız arkadaş öte gördüğünüz dostlarınız.


Birde bunları dost sandıklarınızla da yaşarsınız. Başıma ilk defa değil, tam dört kez geldi bu olay. Ortada hiçbir sebep yokken, birden o kişiden soğuma bir zaman sonra sadece hal hatır sorma daha da sonra tamamen birbirimizden kopma ve haberini ortak arkadaşlardan alma. Ya okullar ayrılır, iller ayrılır kısaca araya mesafeler girer ya da dost diye tabir ettiğiniz kişi sizi yerinizi başka biriyle doldurma çoktan yeğlemiş sizi oyundan çok çıkartmıştır bile.

Bu sefer yalnızca benim başıma gelmemesi "ben nerde yanlış yaptım?" sorusu kendime yöneltmeme neden olmadı. Ben hiçbir şey yapmamıştım, hadi ben yaptım diyelim, üç kişi birden hatalı olamazdık ya. Tek üzüldüğümüz şey ise biz bu kişinin dostluğuna inanmışken, bu kişinin iki sene boyunca çok iyi dost rolünü oynamasıydı. Rol diyorum çünkü sonuna kadar samimiyetine inandığım(ız) bu kişi, bugün hiçbir sebep yokken bir "günaydın"ı bile çok görüyorsa iki sene boyunca dost rolü yapmaktan ötesine geçememiştir bana göre. Üzülüyor muyum diye sorarsanız hayır çünkü biliyorum o kişiye benden daha çok değerler vardı aramızda. Onlar daha da şaşkın ve üzgün bu duruma. Bundan sonra tek isteğim ise aynı yanılgıya bir daha düşmemek en azından uzunca bir süre. Kaybetmenin tek iyi yönü ise, elimizdekilerinin kıymetini daha da iyi anlamak.


2 Ekim 2010 Cumartesi

Hastayım Hasta, Canım İster Pasta



Mevsim değişikliği beni de fena halde vurdu. Burnum akıyor ve boğazlarım acıyor yani kısacası fenalardayım! Babamın 2 gün önce grip aşısı ol uyarısına "bir şey olmaz bana yeaa!" diyen bana kapak oldu bu hastalık. Başımı kaldıramaz oldum, ilaçlardan. Dün liseden arkadaşlarımla fink atarken yamuldum, itiraf ediyorum. Kendime geleyim uzun uzun yazmak niyetindeyim. Şimdilik hoşçakalın.