28 Mart 2012 Çarşamba

İlk Röportaj, İlk Mülakat, İlk Sunum ve de İlk İş

















Geçen hafta hesapta olmayan hatta aklımın ucundan dahi geçmeyen birçok ilk geldi başıma. İlk röportajımı yaptım, ilk iş mülakatıma gittim ve ilk profosyonel sunumumu gerçekleştirdim. Ve de ilk işime kabul edildim.


İlk röportaj..
Geçen hafta okuldaki reklam projemiz dahilinde viral video çekmek için döküldük pazar yollarına. Röportaj konseptinde çekmeye karar verdik virali ve sıra geldi röportajı kimin yapacağına. Ben yapabilirim dilerseniz dememle kendimi halkın arasında elimde mikrofonla sunum yaparken buldum. Okuldan aldığımız devasal kameramız, tripodumuz ve mikrofonumuzla dolanırken bizi gören herkesin 'Hangi kanaldan geliyorsunuz?' 'Nerede çıkıcam?' gibi sorularıyla karşılaştık bol bol. Okuldan geldiğimiz duyanlar ise yarı hayal kırıklığı yarı öğrenci kızlara (evet erkeksiz ve 6 kızdan oluşuyordu grubumuz) yardım edelim yazıktır nidalarıyla bize yardım ettiler. Meraklı kalabalığın sorularını yanıtlamaya çalışarak 'Muhabircilik okuyolamış' diyen esnaf amcamın sesi ise hala kulaklarımda. Bize yardım etmeye çalışan ve benimseyen insanların dışında vebalı muamelesi de gördük bolca. Yanına yaklaştığımız bazı insanlar koşarak kaçtılar bizden. Bir de bir gazeteciye denk geldik röportaj yapmak için kendimize kurban ararken. Biz ona röportaj için soru sorduk o da bizi gazetede yer vermek için fotoğrafımızı çekti. Habere giderken haber olduk yani. Başarılı bulduğumuz bir çekimin ardından beni en çok sevindiren üniversitemin son senesinde elimde saklayabileceğim bir röportaj hatıramın kalması oldu.

İlk mülakat, ilk sunum..
Geçtiğimiz perşembe günü evde pineklerken ve Facebook'ta amaçsızca dolanırken bir iş ilanına denk geldim. Kriterlerin içinde başvuranların blog sahibi olması en çok dikkatimi çeken detay oldu. Ancak daha önce ajansta çalışmış olan ayrıntısı bir an olumsuzluğa kapıldım ama şansımı da denemekte yarar var diye düşünmekten de alıkoyamadım kendimi. İş başvurumu yaptım ve yarım saat sonra çaldı telefonum. Telefonu açtığımda iş başvurumu aldıklarını ve cuma günü sabahtan mülakata çağırdıklarını söylediler. Geçtiğimiz cuma günü hayatımda ilk iş mülakatım gerçekleşti böylece. İyi geçtiğini düşündüm, en önemlisi doğal olmaya çalıştım. Deneyim sahibi olmamam neticesinde Salı günü için konu vererek sunum çalışması istediler haklı olarak. Önümde sadece 3 gün vardı. Panikte olmuştum ister istemez. Salı günü geldiğinde ise sunumumu elimden geldiği kadar hazırlanmıştım.

Ve salı günü ilk profosyonel sunumumu gerçekleştirdim ve tüm kalbimle içinde benimde bulunduğum diğer başvuran kişilerden içinden seçilmeyi diledim. Aynı günün öğleninde işe kabul edildiğimi, Nisan'dan itibaren okulum dolayısıyla öncelikli olarak stajyer olarak başlayabileceğimi ardından ise tam zamanlı olarak işe devam edebileceğimi söylediler. Netice olarak işe alındım ve en azından şimdilik ben bir Sosyal Medya Uzmanı adayıyım. Blog yazmamın bana böyle bir kapı aralayacağı hiç ama hiç aklıma gelmezdi. Hayat gerçekten sürprizlerle dolu.

Kısacası keyif dolu birçok ilkleri sığdırdım geçtiğimiz hafta içerisinde. Sonraki haftalar nolur bilinmez ama kolay kolay bu kadar ilki içinde barındırmayacağı kesin.

15 Mart 2012 Perşembe

Beğeneceksin Üleen

Sosyal paylaşım sitelerinden açıldı muhabbet geçtiğimiz gün arkadaşlar arasında. Neydik, nolduk, nasıl sosyal ağlara bu kadar bağımlı hale geldik temelliydi daha çok. Benimde dilime gelenleri bloga dökmenin zamanı geldiğine karar verdim sonunda. Düşünüyorum da, bazı sosyal paylaşım siteleri ne kadar sadeydiler halbuki önceleri. Biz o hallerini sevdik, kendimizi ifade etmeye değer bulduk o sitelerde. Facebook sitesi bunların en başında gelenlerden.

Çok önceleri benim gibi sitenin sade haline vurulup üyelik oluşturanlar sitenin bugüne kadar ki geldiği aşamayı daha iyi bilirler. Yenilikleri nasıl takip edip siteyi uyarlayalımdan çok artık sürekli insanların bir zaman sonra edindikleri sosyal paylaşım alışkanlıklarını nasıl sürekli değiştirelime döndü olay. En son çıkan Zaman Tüneli uygulaması bunun en güzel örneği sanırım. Başta istersen dene diye başlarak, bir zaman sonra sayfanı belirledikler
ini düzende kullanmamızı zorla sağlıyorlar. Ve sürekli olarak sitede değiştirilen özelliklerden rahatsız olmamıza rağmen siteyi vazgeçilmez olarak görmekten de geri duramıyoruz. Siteden sadece 'beğendim' linkine yer verilmemesi bile siteye ve sitede paylaşılanlara karşı olumlu olunmalı zorunluluğu izlenimini yaratıyor. Bu işin sonu nereye gider diye düşününce acaba paralı üyeliğe mi diye de aklıma gelmiyor değil. Çünkü bu gidişle ona da itiraz etmeyip sitede üyeliğini devam ettiren pasif site üyeleri olarak kalacağız. Gerçi herkesin yediğini, içtiğini fotoğraflayıp sadece gittiği klas mekanları işaretledikleri bir dönemde olduğumuz düşünülürse Facebook paralı dahi olsa bunu birçoğumuz Facebook sitesini tercih etmeye devam eder ve üyeliklerdeki artışta fazla da azalma olmaz.

Yeniliklerin yanında son zamanlarda artan Facebook'taki sayfada paylaşmadan çıkan reklamlar ve virüsler de insanları ilallah getirtecek düzeye ulaştı. Sayfada paylaşmayacağımız şeyleri bizim ağzımızdan yazacak kadar farklı durumlara maruz kaldık. Arkadaşlarımdan birinin duvarında tüylü kelepçe tanıtımına dair reklamın yanında "ben kullandım çok da memnun kaldım" diye yorum döktürmüşler. Üzerine mahçup olan arkadaşım duvarında paylaşımın virüs olduğu ve onun dışında gerçekleştiğini duyurmak zorunda kalmıştı.

Şimdiye kadar tek çizgisinden kaymayan sosyal ağ Twitter gibi. Reklamın hiç yer almaması yanısıra getirdiği yeniliklerin daha alışılabilir olması da daha tercih edilesi. Ayrıca Twitter'daki sistemin (albümler oluşturamamak, fotoğraf altına yorum yazamamak) çoğunlukla sosyal ağda gerçekten amacı olanlar kullanıcılar tarafından kullanılması sağlayan ayrı bir avantaj.

Özetle sosyal medyayı dikkatli ve amaca uygun kullanmakta yarar var yoksa el verilirken kol kaptırılıyor.



11 Mart 2012 Pazar

Mart Kapıdan Baktırır...

Havaların dengesizliği herkes gibi beni de sarmış durumda. Baharın gelmeye çalıştığı şu zamanlarda ne giyip ne çıkaracağımı herkes gibi bende şaşırdım. Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır demişler ya hani bence hakları var. Gündüz açık olan havanın birkaç saat sonra kapalı hale gelerek yağmura dönmesi de bunun kanıtı.


Bir de gereksiz bir yorgunluğu var Mart ayının. Etrafımda çoğu kişi henüz gelmeyen bahar yorgunluğuna peşin peşin kaptırmış durumda kendini. Bende de durumlar pek farklı değil. Geç de kalksam erken de kalksam netice aynı. Yatağımdan bir türlü kopamıyorum. Hüzünlü oluyor her vedam. Yarım gün okula gidince bile bugün çok yoruldum azcık dinleneyim halindeyim. Yürüyüş yapsam ne iyi olur diyorum ertesi gün lafımdan cayıyorum. Ders çalışayım evdeyim nasılsa diyorum kitabın 2. sayfasında darlanıp kitabı kapatıyorum. Erken kalkıp düzgünce kahvaltı yapıp okuluma gideyim diyorum saati erteliyor son anda kalkıp üstünkörü bir şeyler atıştırıp öyle okula gidiyorum. Tüm bunları sorumlusu olarakta Mart ayını suçluyorum.

Kısacası bahar gelsin, çiçek açsın, börtü böcek etrafı sarsın istiyorum.

5 Mart 2012 Pazartesi

Reklamcılık Okumak İsteyenlere Öneriler Part 2





















Reklamcılık zengin mesleğiymiş onu daha da anladım bu sıralar. Eşin, dostun, çok iyi çevren olacak nokta. Yoksa anca talih senden yana olacak, karşına fırsat çıkacak ve onu da kaçırmayacaksın falan.

Okul bitiyor ya çevremdekilerin dilinde "ee okuldan sonra nerede çalışacaksın, ne yapacaksın?" sorusu var gündemde. İçimden "valla işte işverenler kapımda yatıp kalkıyor, benden teklifleri değerlendiriyorum" demek geçiyor ama "bakalım mezun olayım da bakıcam" demekle yetiniyorum.

Tatilde memlekete gittiğimde ise olay daha farklı bir boyut alıyor. Bu kez " ee okul bitiyor dönecek misin Bandırma'ya?" oluyor. Bandırma küçücük bir ilçe elimdeki diplomayla oralarda yapabileceğim en fazla tabelacı dükkanı açmak olur. Reklamcıyım diye kartvizit bastırıp reklamcı olduklarını savunan tabela ustalarının içinde gerçek bir reklamcılık eğitimi almış biri olarak kaynayıp giderek hayatım sürüp gider. Babamda halet-i ruhiyemi farkında ki bana "neyse iş bulamazsan burada sana dükkan açarız, basım evi tadında. Bende kasada dururum." diye eğleniyor benimle.

Kısacası güler misin, ağlar mısın hallederindeyim. Hayır Aydın Doğan'ın torunu olaydım da gram gelecek kaygısı barındırmayaydım içimde diye bende istiyorum ama memur çocuğu olarak gelmişiz dünyaya yapacak bir şey yok.

Siz siz olun üniversitede bu bölümü istiyorsanız öncelikle çevreniz varsa bu işe atılın. Vaktinde beni de biri anlayan biri kenara çekseydi bir kez daha düşünürdüm kesin. Eğer hala ısrarcıysanız, sülalenizde tanınır gazeteci, muhabir falan olsun, Haluk Mesci dayınız, Serdar Erener kuzeniniz falan olsun yani. Yoksa ne bu işin kaymağını yiyebilir ne de rahat edebilirsiniz. Egosu yüksek olan kişiler tarafından sürekli bir şeyler yaptırılmak zorunda kalmak istiyorsanız orası ayrı tabii.

Reklamcılık Okumak İsteyenlere Öneriler Part 1