29 Aralık 2013 Pazar
Optimum Outlet'in 2. Blogger Buluşması
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 13:49 5 kişi ahkam kesmiş
neymiş: bisquitte, Blogger Tanışma Toplantısı, hediye, İzmir Optimum Outlet, izmirli bloggerlar, markadeneyimi, üründeneyimi, yeniyıl, yılbaşı
23 Aralık 2013 Pazartesi
Bollywood Candır
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 19:36 0 kişi ahkam kesmiş
neymiş: Amir Khan, Amir Khan filmleri, Bolywood, Fanaa, film, film tavsiyeleri, Hint filmleri, My Name is Khan, Pi'nni Yaşamı, popüler sinema, sinema
12 Kasım 2013 Salı
Blog Yarışmalarının Adaletine İnanmamak
Çoğu blog yazarlarının ve takipçilerinin bildiği üzere her sene Bumerang, Turkcell B.Ö.! (Blog Ödülleri) başta olmak üzere birçok blog yarışması biz blog yazarları için arena olma niteliği taşıyor. Bugüne kadar Turkcell B.Ö.!'ye bir kez, Bumerang'a 'En Tarz Blog' kategorisinde de iki kez katıldım. Bu yıl da dahil olmak üzere ise artık katılmama kararı aldım. Bu sebebi ise ben de içinde dahil olmak üzere birçok blog arkadaşımın yarışmalarda uğradığı haksızlık ve mağduriyet.
Örneğin Bumerang. Bumerang yarışmasının mantığı bilindiği üzere telefon mesajı (sms) sistemine dayanıyor. Özetle en çok eşe dosta ve en çok operatöre sahip olan kişiler yarı finale kalıyor. O nedenle finale kalanlar arasında içerisinde doğru düzgün içerik dahi yer almayıp, on, yirmi blog takipçisine sahip ve iki, üç aylık bir geçmişe sahip bloglar da bolca yer alıyor. Bu da bu işe emeğini ve senelerini vermiş bir çok blog yazarının yarışmanın taa en başında değerlendirme aşamasına dahi gelmeden elenmesine neden oluyor. Ayrıca blogspot uzantılı bloglar ne yazık ki bu yarışa bir sıfır yenik başlıyor. Çünkü kazanan yarışmalar hep .com uzantılı. Diğer yanda İletişim Fakültesi öğrencileri arasında her sene düzenlenen Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması'nın blog kategorisinde de farklı bir durum söz konusu değil.
Özetle aldığım kararla artık hiçbir blog yarışmasına katılmayacağım. Çünkü hakkaniyet konusunun varlığına inanmıyorum. İzleyicilerden gelen öneriler ve beğenilerin en büyük mükafat olduğu kanısındayım. Ama oy isteyenleri seve seve desteklerim orası ayrı. Bu da böyle biline!
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 21:00 10 kişi ahkam kesmiş
neymiş: banadair, blog yarışma, bumerang
5 Kasım 2013 Salı
Human Body Exhibition'ın Ardından
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 14:54 4 kişi ahkam kesmiş
neymiş: anatomi, atlas pavyonu, China, Çin, human body, human body exhibition, markadeneyimi, tıp, üründeneyimi
31 Ekim 2013 Perşembe
Blogta Tükenmişlik Sendromu
7 Ekim 2013 Pazartesi
Hayat Nereden Nereye
Diğer yanda bu süreçte erkek arkadaşımın uzakta olma fikrine alıştırdım kendimi. Dip dibe olunca zor geliyormuş ayrı şehirlerde olmak. Hani yanında istediğinde atlayıp gelmesinin yokluğu. Geleceği güne daha çabuk varabilmek için daha fazla uyumak ve sokakta bazı insanları ona benzetmek gibi şizofreniye varan davranışlar. Ama olumlu yanları da yok değil. Fırsat denen bir kelime girdi hayatımıza.Yaratığımız her fırsatta bir araya geliyoruz. (Dip not: tüm milli ve dini bayramlar candır.) Bu da birlikte geçen zamanı daha da anlamlı kılıyor.
Ve gelelim diğer konuya. İş konusuna. Kısa bir süre özel sektörde şansımı denesem de şuan için ne yazık ki İzmir şartlarında pek de aradığımı bulamadım. İstanbul ise benim gibiler için sıfırdan başlamak için elverişli bir yer değil, cesaret edemedim. Bu da beni ister istemez önümüzdeki sene için KPSS hazırlık sürecine götürdü. Ama öyle böyle hazırlanmak da değil yani dersaneye falan gidiyorum. ÖSS günlerime geri döndüm diyebilirim. Dersane arkadaşı ve hocası kavramları hayatıma geri döndü. Bir sene boyunca da bu böyle gidecek. Hakkımda hayırlısı.
Özetle tüm bu süre zarfında bunlar oldu. Tam bir adapte olma sürecindeyim. Az bekleyin, tez zamanda adapte olup geliyorum.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 17:27 1 kişi ahkam kesmiş
neymiş: adaptasyon, Ankara, banadair, hayat, KPSS, özlem, TÜBİTAK
22 Eylül 2013 Pazar
Dizi Mevsimi Başladı
Soğukların yavaş yavaş kendini göstermeye başladığı şu günlerde ise sahil, kumsal gezmek düşüncesini yavaş yavaş rafa kaldırılırken, bataniye altında film ve dizi izleyerek, (ki bir de sevdiğinleyse tadından yenmez) sakin geçirilecek günler ise geldi bile.
Bu yazımda ise soğuk gecelerde size arkadaşlık edecek ve sizleri sürükleyecek iki dizi tavsiye edeceğim. Biri 'Orange is the New Black'. Konu itibariyle biraz kadınlara yönelik denilebilecek bir dizi. Sebebi ise dizinin kadın koğuşunda geçen olaylardan oluşması. Kadın koğuşu dediysek yerli 'Parmaklıklar Ardında' dizisi kadar arabesk ve iç karartıcı değil. Piper adını taşıyan genç kadının on yıl önce işlediği bir suçtan hapis cezasına çarptırılması ve Piper'ın tüm bu olaylardan bir haber olan nişanlısı Jason'ın hayatındaki gelişen olayları konu alıyor. Film şuan için bir sezon çekildi yani başlarsanız çok rahat bitirebilirsiniz. IMDb puanının 10 üzerinden 8,6 olduğu düşünülürse bu dizinin arkasının geleceğine bahse girerim.
Suburgatory ise geç keşfettiğim cevherlerden. İki senelik bir geçmişi var çünkü. Olaylar baba ve on beş yaşındaki kızının (Tessa) odasında açılmamış prezeratif bulması ile başlıyor. Bu durum üzerine baba kızını da alarak, apar topar New York'tan, Chatswin adı verilen küçük (diziye göre varoş) bir semte taşınıyor. Büyük şehir insanlarından sonra yeni taşındıkları şehirdeki insanların yaşayış biçimleri ve tavırları ise oldukça ilginç. Dizide genel olarak çok ciddi konular işlenmiyor, beyni yormayan, çerezlik bir dizi kısaca. Bu arada başrol babanın çok karizmatik olduğunu söylemeden edemeyeceğim.
Şimdilik dizi önerilerim bu kadar. Sizin de tavsiyelerinizi bekliyorum.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 13:22 5 kişi ahkam kesmiş
neymiş: dizi, film, orange is the new black, popüler dizi, sonbahar, suburgatory
3 Eylül 2013 Salı
İlk Yurtdışı Alışverişim
Daha önceleri internet üzerinden birçok alışveriş yapmıştım. Her ne kadar beden olarak uymama korkusundan dolayı kıyafet, ayakkabı gibi ürünleri alma konusunda cesaret gösteremesem de çanta, cüzdan, kitap gibi daha çok aksesuar ve hobi alanlarında alışverişlerim olmuştu. Ama yurtdışındaki sitelere karşı hep bir önyargım vardı. Kargo, gümrük, en önemlisi de güven meselesinden dolayı.
Geçenlerde ise tüm bu önyargılarımı bir kenara atıp uluslararası bir e-ticaret sitesi olan AliExpress'ten çanta alma cesaretini gösterdim. Tabii bunda aynı siteden daha önce defalarca kez alışveriş yaparak, hiç bir sıkıntı olmadan aldıklarına kavuşan arkadaşımın da büyük bir payı vardı. Neden çanta diye sorarsan, çanta takıntımdan dolayı diyebilirim. Çantalara karşı büyük bir zaafım var. Bir de çanta altmışlar döneminden fırlayıp gelen retro modelinde olunca dayanamadım aldım. Elime ulaşma süresi yurtiçi alışverişlerine benzemedi tabii. Toplamda yirmi günde falan elime ulaştı. Ama ücretsiz kargo olduğundan hiç bir ödeme yapmadan (tabii alırken free shiping ürünlerden seçmen gerekiyor.) ürünü almış olunca beklediğim süre pek de gözümde büyümedi. Çanta her ne kadar Hong Kong'tan gelen Çin üretimi bir ürün alsa da kalite olarak beklentilerimi karşıladı.
Tavsiyem üzerine AliExpress'ten alışveriş yapmayı düşünenlere bazı ipuçları da vermeden olmaz tabii. Ürünü alırken ürün satıcısının güven endeks puanı ve alıcılar tarafından bırakılan yorumlara muhakkak bakın. Yüksek puanlı ve alıcıların memnuniyetini belirtiği ürünlerden almaya çalışın. İşte bu kadar basit.
İleriki planlarımda ise telefon kabı almak var. Türk lirası cinsinden beş-on türk lirası arası Türkiye'de denk gelinmeyen ve orjinal birçok telefon kabı mevcut. Boşuna telefonculara para bayılmaya gerek yok yani. Şimdilik yurtdışı online alışverişimden izlenimlerim bunlar. Başka bildiğiniz siteler varsa tavsiyeleri de almak isterim.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 12:36 6 kişi ahkam kesmiş
neymiş: alışveriş, aliexpress, banadair, çanta, yurtdışı alışveriş
26 Ağustos 2013 Pazartesi
Leyleği Havada Gördüm
7 Ağustos 2013 Çarşamba
Şepşeker Bayramlara
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 23:58 6 kişi ahkam kesmiş
neymiş: baklava, bayram, ramazan bayramı, şeker, tatlı
4 Ağustos 2013 Pazar
Üç Büyük Şehir
30 Temmuz 2013 Salı
Yaza Çerezlik Filmler
Ben de şu aralar boş zamanlarımı film izleyerek değerlendirenlerdenim. Bu yazıda sizlere tam yaz dönemine yakışır, çerezlik filmler tavsiye edeceğim. Çerezlik diyorum çünkü izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ve film sürerken kaç dakika kalmış diye bakmaya fırsatınız bile olmayacak. Aslında etkilendiğim ve bahsetmek istediğim öyle çok film var ki. Muhtemelen bu yazının devamı da gelecek...
The Holiday (Tatil) geçenlerde izlediğim ve oldukça beğendiğim filmler arasında. İki birbirinden farklı kadının hayatlarını, ev değişimi konusunda uzmanlaşmış bir web sitesi sayesinde (ülke, ev ve eşyalar) geçici olarak değiş tokuş etmesini konu alan filmin konusu bir hayli ilginç. Bir yandan dünyaca ünlü filmlere fragman hazırlayan şirketin sahibi olan, kıyafet gibi sevgili değiştiren, şımarık bir hayata sahip Amanda (Cameron Diaz), diğer yanda İngiltere'de mütavazi bir hayat süren, hayatının büyük bir kısmını eski sevgilisini platonik olarak sevmeye adamış Iris (Kate Winslet). Filmin sürpriz yakışıklısı ise Jude Law.
Big Fish ise fantastik konusuyla ilgimi çeken diğer bir film. Film ana karakteri Williams ve babası arasındaki ilişkiyi konu alıyor. Babasının başından geçenler, Williams'ın hayal dünyası ile hayat buluyor kısaca. Filmde en çok etkilendiğim sahnelerden biri sirk sahnesiydi. Sirkte gösteride gördüğü bir kıza aşık olan Williams kızın izini kalabalıkta kaybediyor. Sirkin sahibi ise kızı tanıdığını söylüyor ve kıza dair vereceği her bilgi için Williams'ın sirkte ona hizmet etmesini istiyor. Williams'ın kızın adını öğrenmesi toplamda 9 yılını alıyor ama o zamana kadar da hiç geri adım atmıyor. Parçalanmak pahasına hayvaları doyuruyor, dışkılarını temizliyor. Özetle gerçekte böyle bir aşık var mı dedirtiyor. Filmden diğer ilginç bir kare ise Williams'ın ormanda gezerken küçük bir kasabaya denk gelmesi. Kasabada herkes çıplak ayakla geziyor. Çünkü kasabada tüm ayakkabıları alıkoyan ufak bir kız var. Neyse daha fazla tüyo vermeyeyim, mutlaka izleyin derim.
Coco Before Chanel'ın da moda meraklılarının hoşuna gidecek bir film olduğunu düşünüyorum. Film adından da anlaşılacağı gibi Chanel markasının yaratıcısı Coco Chanel'ın hayatını konu alıyor. Yetiştirme yurdu ve terzilikten (ve bazende kabarede ikinci iş olarak şarkıcılık) moda ikonu olmaya giden yolculuğu konu alıyor. Benim gibi sade ve feminen giyim tarzını hoş bulanlar için film tam bir moda şöleni.
Son olarak My Name is Khan. Hint filmi denince akla filmin yarısını kaplayan Hint dansları gelse de bu film diğerlerinden oldukça farklı. Rızvan adını taşıyan ve Müslüman inanışa sahip bir gencin hayatını konu alıyor. Rızvan Asperger (otizm benzeri) adı verilen bir rahatsızlığa sahip. Annesini kaybettikten sonra Amerika'ya abisinin yanına hayatını kazanmak için gidiyor. Orada ise bir oğlu olan ve Hindu bir kuaför kadına aşık oluyor ve evleniyor. Evliliklerinde din ve inanç farklılıkları hiç problem teşkil etmezken, 11 Eylül saldırısı hayatları tamamen değiştiriyor. Evlendikten sonra soyadı Khan olarak değişen üvey oğlu, müslüman olduğu için terörist olarak suçlanarak, öldürülüyor. Ve asıl can alıcı olaylar da bundan sonra başlıyor. İzledikten sonra uzun süre etkisinden çıkamadığım bir filmdi. Bir baş yapıt diyebilirim.
Özetle, tavsiye ettiğim filmler şimdilik bunlar. Aralarında izlemediğiniz varsa mutlaka izleyin derim. Eminim bugüne kadar neden izlemedim diye hayıflanacaksınız. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 14:18 2 kişi ahkam kesmiş
neymiş: film, film tavsiyeleri, televizyon
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Kavurucu Yaz Alametleri
Bir kaç haftadır kavurucu sıcaklar kendini göstermeye başladı. Özellikle de Ege ya da Akdeniz bölgesinde yaşıyorsanız sıcaklar daha da yakıcı oluyor. Peki yazın geldiğini nasıl anlarsınız?
Ayak fotoğrafları: Yazın geldiğini artık eskisi gibi denize düşen karpuz kabuğundan değil, Instagram ve Facebook'a düşen plajdaki ayak fotoğraflarından anlıyoruz. Farklı çeşitlendirmeler yapabilmek mümkün. Plajdaki yanlız erkek ayak, plajdaki ojeli bayan ayak, plajdaki romantik bayan ve erkek ayaklar, evin balkonunda ya da terasında çekilmiş plaj ve denizin hasretini çeken ayaklar. Burada unutulmaması gereken, ayaktan ayağa fark var. Taraklısı, taraksızı, pedikürlüsü, pedikürsüzü... Düşünmeden koymamak gerek. Aksi halde yazdan soğumaya sebebiyet verebilir bu ayak fotoğrafları.
Parmak arası terlik: Tipinden hiç beklenmeyecek, godaman tipler bile parmak arası terliklerle etrafta dolanıyorsa yaz gelmiş demektir. Bakalla giderken iyi de, şehrin tam göbeğine hiç yakışmaz bu parmak arası terlikli adamlar.
Sahillerde eş dost bildirimleri: Sabrı en zorlayan alamettir denebilir. Her Pazar günü sen evde pineklerken, herkes sahil sahil (beach) gezer, bir de üzerine Facebook ve Foursquare'de yer bildirimi (Foursquare lugat: check in) yaparlar. Hele bir de Temmuz, Ağustos aylarında bu yer bildirimleri tavan yapar. Sen ayağını suya dahi sokmamışken, arkadaşlarının her hafta farklı plajlarda cirit atması sinir bozucudur. Asabiyet yapar.
Boyun tutulması: Etrafınızda boyun ve sırt ağrılarından şikayet eden insan sayısı arttıysa tek sorumlusu sıcaklara karşı ayakta durmayı sağlayan klima ve vantilatörlerdir. Kavurucu sıcaklara devalardır ancak insanın anatomisinin canını okurlar.
Aklıma ilk gelen yaz alametleri bunlar. Tüm bunları dört bir yanda yaşanırken, ben halen ayağımı denize sokabilmiş değilim. Dert sahibi oldum o nedenle. Benim yaz planlarım bayramdan sonraya kaldı. Eee ne demişler sabreden derviş, sıcaktan erimiş.
30 Haziran 2013 Pazar
Açık Öğretim Muhabbetleri
Bugüne kadar etrafınızda mutlaka Açık Öğretim Fakültesi'nde okuyan olmuştur. Ya arkadaşınız, ya akrabanız, ya da uzaktan bir tanıdık. Bu yazımda Açık Öğretim'in ne denli gerekli olduğuna ve okusam mı diye kara kara düşünenlere ışık tutmak istedim. Çünkü Facebook'tan konuyla alakalı oldukça fazla mesaj geliyordu.
Yüksek lisansta gene aynı durum söz konusu. Sınava başvurma hakkın tüm dört yıllık üniversitelerde olduğu gibi var. Önemli olan mülakatlarda fark yaratabilmek.
Diğer merak edilen ise İşletme Fakültesi diplomalarında Açık Öğretim Fakültesi ibaresi yer almıyor. Bu da bizlere vaktinde Tansu Çiler'in oğlunun AÖF'de okumasına dayanan bir kıyakmış yeni öğrendim. Hem açıktan okuyup, hem de İşletme Fakültesi mezunu olarak geçiyorsun. Farkını ise sadece araştıranlar bilebiliyor. Bu da Açık Öğretim'in bir diğer bulunmaz velinimeti.
Özetle iş gene kişide bitiyor. İster açık okunsun, ister örgün. İşe alımlarda ise tek üniversite ve tek dil bilmenin yetmediği günümüzde ikinci üniversite olarak okumak mantıklı bir fikir. İleride kendi işini kurma hayallerine sahip olanlar için ise atılacak iyi bir adım.
İmkanınız varsa okuyun. Ancak bütünleme hakkı ne yazık ki yok. Harçlar da her dönem ödeniyor. Çift Anadal'dan daha az uğraştırıcı. Daha fazla maliyetli.
Tavsiyesi benden tercihi size kalmış.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 23:54 10 kişi ahkam kesmiş
17 Haziran 2013 Pazartesi
Cennetten Bir Köşe Senin Olsun
Ne zormuş sevdiğinin ölümü ardından bakakalmak, olanlara karşı çaresiz kalmak. Daha önce bir yakınımı neredeyse hiç kaybetmemiştim. Dedemin vefatında hayatta yoktum, babaannemin vefatında ise küçüktüm ve babam pek hissettirmemişti yokluğunu. Uzak tutmuştu beni ölüm sürecinden.
Geçtiğimiz günlerde ise çok sevdiğim bir insanı kaybettim. Erkek arkadaşımın annesini. Gülçin Teyze'yi. Ciğerin yanması için kan bağına ihtiyaç yokmuş, ilk kez anladım. On yıldır kansere karşı savaşmış, ne yazık ki mücadeleyi sonunda kaybetmişti. İki buçuk yıla yakın bir süredir tanıyordum. Ama ilk tanıdığımda sağlığı çok daha iyiydi. Gezebiliyor, konuşabiliyor en önemlisi de gülebiliyordu. Son aylarda ise daha da ağırlaşmıştı. İnsan bazen sonucu hissetse de kabullenmek istemez, sevdiği insana konduramaz. İşte tam da öyle oldu.
Görmesini dilediğimiz ve istediğimiz öyle anlar vardı ki. Onları dahi beklemeden kanatlanıp uçtu. Hiç hesapta yokken bizi bıraktı gitti. Belki de gittiği yer onun için daha huzur doluydu, gitmeyi yeğledi.
İşin ilginç yanı da aynı gün annemin girdiği sezeryan ameliyatında iki adet bebeğin dünyaya gelmiş olması. (Annem ameliyat hemşiresi) İlk nefesin alanların yanında aynı saniyelerde son nefesini verenler. Hayat ne garip.Yeni doğanlar için yaşayanlara belki de veda edilmek zorunda. Hiç istenmese de sevilenler feda edilmek zorunda. Dünya herkese yetecek kadar büyük değil. Kimlerin gideceği ise belirsiz.
Sonuç olarak, Gülçin Teyze'den bize geriye kalanlar tembihleri ve ileride bizi görmek istediğini söylediği yerler. Bedenen artık yanımızda yer alamasa da ilerde yapılacakları hissedeceğine adım gibi eminim.
Ama bir gerçek de var ki bundan sonra 'keşke o da görseydi' cümlesiyle başlayan anılar hep yarım.
Gülçin Teyzem nur ve ışıklar içinde yat. Mekanın cennet olsun.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 16:46 3 kişi ahkam kesmiş
neymiş: bana dair
4 Haziran 2013 Salı
Yazmassam Olmazdı!
Son bir haftadır yaşananların haddi hesabı yok.
Önceleri Gezi Parkı'nda sadece bir avuç insanla başlayan direniş, bugün inanılmaz kitlelere ulaşmış durumda.
Polisin kontrolsüz güç kullanması alevleri ateşleyen ilk nedenlerden.
Aslında tüm bu olanlar bardağı taşıran o son damla oldu. Kendi adıma konuşmam gerekirse bugüne dek ne siyaset ne de benzeri konularda yazdım blogumda. Çünkü destekleyebileceğim bir parti dahi yoktu. Ve hepsi kendine göre en doğruydu. Ben ise doğruluğunu savunabileceğim tek bir görüş bulamamıştım binlerce kişi gibi. Ne dinime, ne Atatürk'e, ne de milliyetime sahip çıkabilmem için belli kalıp ve ideolojilere sokulmuş siyasi partilere ihtiyacım yoktu.
Bu olayın da aslında siyasetle ilgisi yok. İnsan hakları ve özel yaşama müdahale ile ilgisi var. Hani Anayasanın ikinci maddesi var ya; 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temek ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.' diye. Teoride insan haklarına saygılı ve adaletli olan Türkiye Cumhuriyeti'nin uygulamada yavaş yavaş bu değerlerinden uzaklaşması ya da uzaklaştırılması sebep olmuştu tüm bu olanlara. Alkolün yasaklanması, kürtajın yasaklanması, 3 çocuk yapılsın talimatları ve benzeri onlarca özel hayata müdahale. Ne yiyip ne içeceğimizden tutun da yatak odamızdaki münasebetlerimize varan aşırı müdahaleler. Sadece bizi ilgilendiren şeylerin kamuyu ilgilendirir hale getirilmesi. Yaptıklarımızdan dış kapının mandalı olan üst mahalledeki komşunun bile kendinde söz sahibi hissedebilmesinin hadsizliği.
Diğer yandan kişilerin yaftalanarak, ötekileştirilmesi. Gavur İzmir, Alkolik, Tinerci, Başı Açık Kadın: Perdesiz Ev son olarak da Çapulcu. Kişiye hakaretin resmileştirilmesi hatta belki de yasallaştırılması.
İşte ben de birçok kişi gibi tüm bunlardan rahatsız oldum. Yoksa kardeşten de öte başı örtülü arkadaşlarım, kimseden görmediğimiz insanlığı bana gösteren kürt dostlarım da oldu. Dinin, ırkın kişileri birbirine düşman etmek etmek için kullanılmasına karşıyım.
Bir de her mesleği hakkıyla yapan ya da bu hakkını kötüye kullanan insanlar var. Bu bir eğitimci de olabilir, doktor da, avukat da ve elbette ki polis de. Önemli olan meslekte 'akıl mantıktan, vicdan kalpten uzaklaşmasın'. Her mesleğin gereklilikleri tamamen yansız/ objektif olarak yerine getirilebilsin. İşte olaylara sebep olan şeyler biri de objektif olunmaması aksine mesleğini yanlı bir şekilde kötüye kullanan bazı kişilerin olması.
Bir de bu olayları kendince fırsata çevirmek isteyenler var ki, onlardan kesinlikle uzak durulmalı. Provakatörler... Bizler bu durumda saygıyı elde bırakmadan tepkimizi dile getirmeli, ilk andaki çevreci tavrımızı korumalıyız. Bir de sosyal medyada paylaştıklarımızın kaynağından emin olduktan sonra paylaşmalıyız.
Son olarak medya, onlara diyecek elbette ki söz kalmadı. Basın özgürlüğü kavramı gene yerle bir oldu. Koltuk (mevki) ve paranın, dürüstlük, iş ahlakı ve etikten daha önemli olduğunu kendilerince bir kez daha göstermiş oldular bize.
Bunları kim mi söylüyor? 3 üniversite bitirmiş, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık, Medya ve İletişim ve İşletme bölümlerinden mezun, İzmir'de yaşayan, annesi CHP, babası AKP'li olan ve her ikisinin de evladı olmaktan gurur duyan ve onlara her zaman saygılı olan, şu ana kadar karıncayı bile incitmemiş, tek bir kişiye hakaret etmemiş biri.
Umarım her şey bir an önce barışçıl yollarla çözüm bulur. Kimsenin daha fazla canı yanmaz, kimse daha fazla can yakmaz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı sona erer, herkes şapkasını önüne koyup düşünür. Kimse dürüstlükten, objektiflikten uzaklaşmaz. Basma kalıp fikir ve inançların içinde kaybolmaz.
Benim söyleyebileceklerim bu kadar.
Son olarak 'Yurtta sulh, cihanda sulh!'
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 15:17 1 kişi ahkam kesmiş
neymiş: direniş, gezi parkı
31 Mayıs 2013 Cuma
Okul Gezilerinin Aranan Yıldızıydım
Eminim herkes hayatında en az bir kez okul gezisine katılmıştır. Ya da tur şirketlerinin düzenledikleri tur programlarına dahil olmuştur.
Bu turların birçok vazgeçilmez yanları vardır. Sevilen arkadaşla saatlerce yan yana oturma ve laklak etme imkanı ilk akla gelenlerdendir. Laklak dışında, yol boyunca hoplanır zıplanır, sürekli yolluk diye yana alınan abur cuburlar yenir. Otobüs içinde ikramlar döner. Kimisi evden getirdiği poğaça, böreklerden tüm otobüs ahalisine ikram ederken, bir kısım kişiler ise kendine müslüman tavrıyla tüm hamur işlerini kendileri yerler. Tabii otobüsü saran ağır koku yüzünden epey bir ah alır bu kişiler.
Bir de mandalina, muz, salatalık gibi kokulu meyveyi kendine kadar getiren tipler vardır ki işte onlar bir kaşık suda boğulasıdır. Otobüsü saran kokulardan can çeker, bir taraflar şişer.
Binbir heves ve enerjiyle başlayan tur, dönüşte enerjisi tükenmiş, bitap insanlarla dolar. Hatta okul turlarında nice platonik aşklar, sevilen adamın ya da kızın ağzı açık biçimsizce uyurken görülmesiyle habersizce son bulmuştur.
Okul hayatım boyunca okulumda düzenlenen turların vazgeçilmez elemanlarındandım. Nevşehir, İstanbul, Ankara ve İzmir'e düzenlenen birçok gezide yerimi almıştım.
İlk uzun mesafe okul turumu hatırlıyorum da hala dün gibi aklımda. Halbuki yaşım epey ufaktı. Kapadokya turuna gidiyorduk sınıfça. Annem o zamanlar o kadar uzun mesafeye nasıl yollamış şuan şaşırıyorum, belki de izin alabilmek için ne çirkeflikler yapmıştım.
16 saat saati yolculuk. (Sadece gidiş) Yanımda sınıftan en yakın arkadaşım, Kodak filmli fotoğraf makinam (o zamanlar yoktu tabii dijital teknoloji) ve sigara böreklerim vardı. Konya'da durduğumuzu hatırlıyorum. Etli ekmek yemiş, Mevlana'nın türbesini ziyaret etmiştik. Bir de dilencilerin saldırısına uğramıştık. 13 yaşındayız neticede, dünkü bebeyiz neyin sadakasını istiyorlarsa.
Kapadokya'ya vardığımızda ise 4 yıldızlı otelde kalmıştık. Otelde yabancı turistler çoğunluktaydı. Daha ergen yaşlarımızda olduğumuzdan ayarsız enerjimizle dolanıyorduk etrafta. Tam pansiyondu otel. Bedava yemekleri duyunca epey coşmuştuk. Daha sonra ise içeceklerin fiyata dahil olmadığını öğrenmiştik ve o zamanın parasıyla 1 şişe kolaya 2,5 tl veren arkadaşlar olmuştu. Evlat acısı gibi oturmuştu içlerine.
Diğer aklıma kazınan anıysa, ekmeği elimle kestim diye üzerime yürüyen Alman teyzeydi. Bezle tutup öyle kesecekmişim. Daha 13 yaşında olmamın verdiği ürkeklik ve tek kelime Almanca bilmememin mahcubiyetiyle epey bir korkmuştum.
Hayatımda gittiğim ilk uzak mesafe olması ve peri bacalarının o eşsiz görüntüsü ise hala aklımda. Gene Ihlara Vadisi, Yer Altı Şehirleri ve eski dönemlerden miras kiliseler ise etkilendiğim diğer mimari / doğal oluşumlardandı. O kadar fotoğraf çekmeme rağmen filmli fotoğraf makinesinin gafletine uğramış, tüm fotoğraflarım yanmıştı. Gelince üç gün sinirden ağlamıştım.
Şimdi ise tekrar Nevşehir'e gitmek ve yeniden oraları görme isteğiyle yanım tutuşuyorum. Bu kez yanıma tüm fotoğraf makinası, kamera gibi tüm dijital cihazları alıcam. Belki Kapadokya'ya gittiğimde bu kez balona bile binebilirim.
(Dip not: 1.000 izleyiciyi geçtim şaka maka, tüm blog takipçilerime teşekkür yazısı elbette yazıcam vakit bulduğumda. Çok yakında...)
17 Mayıs 2013 Cuma
Mezuniyet Sonrası Dedikodular
Muhabbetler edilir, dedikodu kazanı kaynar.
Hızla değişen medeni hal meselesi muhabbette önemlidir mesela. İşin en ilginç kısmı ise ilerde evde turşu vazifesi göreceğine adınız gibi emin olduğunuz tiplerin okul biter bitmez evlenmesidir. Ya da nişanlanması... Diğer şaşırtan durum ise muhtemelen doğuştan nişanlı olduğunu düşünmeye başladığınız ve kesin evlenir gözüyle baktığınız arkadaşınızın nişanlısından ayrıldığı haberidir.
Diğer muhabbet konusu ise iş bulma mevzudur. Mesela iş bulma konusunda ağzınızı açık bırakan tipler vardır. İki kelimeyi bir araya getiremeyen, umutsuz vakka denen tipler girilmez denen üst düzey yerlerde işe girmişlerdir. Eğitim hayatı boyunca hocalardan köşe bucak kaçan çocuk öğretim görevlisi olma yolundadır. Bir de okulu dereceyle bitiren mezun olur olmaz kesin iyi bir yere kapağı atacak gözüyle baktığınız diğer arkadaşlarınız vardır. Aldığı derece arkadaşlarınızın bir işe yaramamış aksine evimin kadını çocuklarımın anası çaresizliğiyle zengin koca bekler olmuşlardır. Belki de hayatın bu kadar fazla çelişki barındırdığını ilk kez bu zamanlarda anlamaya başlarsınız.
Aradan kısa süre geçse de kiminin hayatı hızla ilerlemiş, bazıları ise bir yerlere savrulmuş... Biz ise mütavazi devam eden yaşamlarımızla tüm bu olanları karşıdan izliyorduk.
Şimdilik...
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 20:33 5 kişi ahkam kesmiş
neymiş: banadair, dedikodu, kızlar, mezuniyet, pijama partisi, sohbet
4 Mayıs 2013 Cumartesi
Konu Kitap Olunca- Yarışma Çekiliş Arası Bişiy!
Konu kitap olunca şansımı denemeden duramadım. Hiç çekiliş kazanmadım, şeytanın bacağı kırılır belki bu kez. Diğer yandan da blog yazarı Yamak'a destek olmak istedim.
Yarışma şartları ise şu şekilde;
1)Yamak'ın blogunu takip edin,
2)Kendi blogunda duyurun,
3)Adını, soyadını ve mail adresini bağlantı linkini yorumunda belirtin,
5) Yamak'ın Facebook sayfasını beğenin.
7 Mayıs 2013 son gün. Kitap düşkünlerine bol şans. :)
30 Nisan 2013 Salı
Gitsem mi, Kalsam mı?
Ben bu yazımda birçok İzmir'de üniversite bitiren ve okul bittiğinde ise bu karmaşanın içinde kendini bulanlara tercüman olacağım. Çünkü ben de sürüncemede kalmış, hep bir 'acaba' ihtimali beyninde yer etmiş birisiyim. Geçtiğimiz hafta biraz kafa dağıtmak biraz da okul sonrası büyük denizde boğulmak uğruna İstanbul'a aylar öncesinde kaçan (hem de can havliyle) okul arkadaşlarımla görüşmek için İstanbul'a gittim. İstanbul her zamanki İstanbul. O meşhur trafiğine pek denk gelemesem de 3 günlüğüne dahi gitsem, cebindeki son kuruşa kadar yola harcamak zorunda kaldığın pahalı şehir İstanbul. Ardından maceraperest ruhlu, İstanbul'da büyük reklam ajanslarında çalışmaya başlayan arkadaşlarımla buluştum. Hani büyük denizde boğulmak demiştim ya arkadaşlarım çırpınmaktan vazgeçmiş yatay pozisyonda denize uzanmış bir kurtarıcı bekliyor gibiydiler. Hani ya öleceklerdi, ya da su yüzüne yükseleceklerdi. Yorucu uzun çalışma saatleri, aradan 7-8 ay geçmesine rağmen hala stajyer şartlarına dahil olmak ve stajyer muamelesi görmek vs. vs. Bunların yanında yurt kirası, yol parası, aileden uzakta olmanın ve bu saate sonra geri dönememenin verdiği gururun yarattığı manevi işkence. Yanısıra keşke İzmir'de kalsaydım pişmanlıkları.
Sonuç olarak İstanbul'a gitmek de bizim gibi yeni mezun ve henüz ham olan bizler için iyi bir çözüm gibi durmuyordu. Canlı örnekleri ise karşımda capcanlı duruyorlardı. Tamam, harika bir şehir, her semti tarih kokan mekanları barındırıyor. Ama diğer yandan daha iki adım ötedeki yere gidemeyen ve İstanbul hayatları sadece güneşin doğuşu ve batışını görmekten ibaret insanlar duruyor. İstanbul'un tadını çıkarabilmek için az çalışıp, çok para kazanmak gerek. Öyle mesleklerde genelde pek yasal yollarla geçinmekle olmuyor.
Özetle, bizim sektörde durumlar böyle. O yüzden ben bir süre daha kendi yağımda kavrulmaya karar verdim. Daha iyi fırsatlar çıkana kadar. Benim gibi hala aklının bir köşesinde soru işareti olanlarla birlikte hakkımızda hayırlısı!
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 21:04 4 kişi ahkam kesmiş
16 Nisan 2013 Salı
Yüksek Yüksek Topuklar
Bu sefer anlatıp çıkacağım mevzu okuduğum kitapla alakalı. Sadece okumak demeyeyim, resmen azar azar sindirdim kitabı. Kitabın adına gelirsek 'Yüksek Topuklar', Murathan Mungan'dan. Genelde birçok kitabı okumadan ya da filmi izlemeden kitabın veya filmin isminden kafamda bir senaryo oluştururum. Ve o senaryo hiç bir zaman umduğum gibi çıkmaz. Aşırı klişeler dışında daha filmin başından sonunu pek kestiremeyenlerdenim.
Bu kitapta da öyle oldu. Yazar erkek, ismi de kadına dair bir obje olan topuklu ayakkabı ve onun topuğu olunca, kesin ideolojik bir kitap bu dedim. Ataerkil toplumda kadın ve cinsel ayrımcılık, topuklu ayakkabıyla oluşturulan fetişizm, topuklular üzerindeki metropol kadınları, çalışma hayatında kadın falan filan. Meğer işin aslı çok farklıymış. Nermin adında 40 yaşın üzerinde bir bekar kadının hayatı konu alınıyor kitapta. Konular öyle anlatılmış ki bir erkeğin kaleminden bu kadar kadınca çıkması hayli ilginç. Bir erkeğin kadının özel günlerinden tutun, kadın hemcinsleri arasında yaşadığı duygusal gerilimleri bu kadar kadınca yansıtabilmesi beni hayrete düşürdü. Annelik, bekarlık, aşk, ihanet, iş hayatında yaşanan durumlar... Hepsi kadına dair ve tek bir kalemden çıkma. Birçok kişi karaktere Bridget Jones yakıştırmalarında bulunsa da konuca daha dobra ve çok daha samimi. Öyle ki kitabı okurken yer yer ağlamaklı, yer yer mutlu oldum. Kitap içine beni çoktan almıştı.
İşin diğer bir ilginç yanı böyle dişi bir kitabı erkek arkadaşımın tavsiyesiyle almam. Ki normalde okuduğumuz kitapların tarzları da pek uymaz.
Özetle hala okumayan varsa muhakkak okumalı bu kitabı, hemcinsini / karşı cinsini tekrardan keşfetmek için iyi bir fırsat.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 19:34 5 kişi ahkam kesmiş
neymiş: kitap, Murathan Mungan, roman, Yüksek Topuklar
4 Nisan 2013 Perşembe
Shapes ile Pilatesi Keşfediyorum
Bir önceki yazımda Shapes Kıbrıs Şehitleri Şubesi'nde yaşadığım piloxing deneyiminden bahsetmiştim. Blog yazısı ve fotoğraf paylaşımlarından sonra 'zaten zayıfsın ne gerek vardı ki spora gitmene'den başlayarak , 'ihtiyacın yok ki spora' kadar varan yorumlar aldım. Bu yorumların çoğunun azıcık etine dolgun eş dosttan aldığımı söylememe gerek yok sanırım. Maalesef ki Türkiye'de yaşıyorsanız spora gitmeniz için ancak yumurtanın kapıya dayanması gerekiyor. Kimse ciddi selülit, çatlak, fazlalık problemleriyle karşılaşmadan spor merkezinin kapısından girmiyor. Halbuki o aşamaya kadar önlem alınsa sonradan hayıflanmaya hiç gerek kalmayacak. Ve en önemlisi de sağlıklı yaşam için kendi bedenimize bakmamız şart. Çevremizdekiler için değil, kendimizle barışık olmak ve kendimize saygı duymak için. Aksi halde biz kendimize saygı duyamazken, başkası nasıl duysun ki!
Neyse konu fazla uzatmadan bu kez dün denediğim Pilates deneyiminden bahsedeceğim sizlere. Piloxing'ten arda kalan vücudumun et kesmiş (nasıl bir tabirse!') haliyle bu kez Pilates sporunu denemek için Shapes Kıbrıs Şehitleri şubesine yollandım. Daha önceki seansa nazaran daha rahat edeyim diye bu kez eşofman altı yerine tayt giydim. Daha rahat geçen bir seans oldu benim için. Isınma hareketi ile başlayan seans ayakta yapılan hareketlerle sürdü. Ardından pilates topu ve minder hareketleri ile devam etti. Pilates topu daha önce evime de almıştım zaten ancak top bile beni heveslendirmeye yetmemişti. (eski yazım burda!) İki gün yapmış sonra bırakmıştım. Top hala şişik vaziyette odamda yuvarlanıp durmakta. O nedenle spor salonunda yaptığım pilates epey bir kontrollü oldu benim için. Kaytarma şansım yoktu. Hareketlerde yer yer acemilik çeksem de pilates hocası epey bir yardımcı oldu. Her pozisyonu tane tane açıkladı, hareketleri gösterdi. Seans esnasında ise bu kez şu kareler takıldı objektiflerime. Fotoğraftaki siyah tişörtlü olanın ben olduğunu söyleyeyim, siz de pilates yapmadaki azmimi görün ve çabamı anlayın. :)
Sonuç olarak geçtiğimiz son üç gün spor anlamında ciddi yol katettim. Shapes Turkey ve Shapes Kıbrıs Şehitleri'nin de büyük payı var tabii bu ilerlemede. Tüm bunlar olurken tüm bu spor sürecimse Shapes Kıbrıs Şehitleri Facebook sayfasında yer aldı. Sayfayı beğenerek, marka ile ilgili tüm duyuru ve bilgilerden haberdar olabilirsiniz. Facebook sayfası için buraya tık!
Ayrıca size ufak da ipucu vereyim. İleride Shapes Kıbrıs Şehitleri Facebook sayfasında yapmayı düşündüğümüz kampanyalar yer alacak. Belki de bu kez piloxing ve pilatesi deneyimleyecek kişi sen olacaksın.
Dip not: Aklıma gelmişken eğer benim gibi ayaklarınız düz tabansa mutlaka spor ayakkabıyla sporunuzu yapın, ben bunu en başta bilmediğimden ayakkabısız yapınca ayaklarımın tabanları epey bir rahatsız oldu.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 15:31 4 kişi ahkam kesmiş
neymiş: egzersiz, İzmir, marka deneyimi, pilates, Shapes for women, Shapes Kıbrıs Şehitleri, Shapes Turkey, spor
2 Nisan 2013 Salı
Shapes ile Piloxing'i Keşfediyorum
Hikayeme geçmeden önce hikayemin oluşmasında ev sahipliği yapan Shapes Turkey'den biraz bahsetmek istiyorum. Shapes Amerika, Asya, Afrika ve Avrupa'da 14 farklı ülkede hizmet veriyor. 2008 yılında bu yana ise Shapes Turkey olarak Türkiye'de hizmet vermeye başlamışlar. Ve de konsept sadece biz kadınlara özel. Erkek ve kadınların aynı salonda spor yapmasından hoşlanmayan biri olarak sadece kadınların bulunduğu bir ortamda spor yapmak fikri bende rahatlık düşüncesi uyandırdı. Özellikle de bayanların üst katta spor yaptığı spor salonlarında, üst katta çıkmak için birinci katta spor yapan erkeklerin önünden geçmek zorunluluğu ve onca erkeğin bakışlarını üzerimdeymiş gibi hissetme durumu hiç eğlenceli bir durum oluşturmuyor. Hem karşı cinsin terler içinde kas yapma veya devasal göbeklerini eritme çabalarını birebir gözlemlemek karşı cinstten soğumaya da neden olabiliyor uzunca bir süre.
Ardından Shapes Turkey'in Alsancak Kıbrıs Şehitleri Şubesi'ne görüşme ve ön bilgi almak için gittim. Hayatımda spor salonuna adım atmamış biri olarak hem deneyim günlerinde bulunup spor yapabileceğimi kendime ispatlamak hem de spor salonu havası solumak istiyordum. Ve de blog için ayrıca deneyim kazanıp, paylaşımda bulunmaktı diğer bir amacım da. Kıbrısşehitleri şubesinde dört çeşit egzersiz alternatifi varmış. Piloxing, Pilates, Shapes 30 dakika'lık Egzersiz Sistemi ve Personal Training. Benim en çok ilgimi Piloxing çekti. Piloxing sadece Shapes Turkey salonlarında yapılan bir egzersiz. Los Angeles sporu olarak da bilinen spor, Victoria's Secret modelleri ve Hillary Duff başta olmak üzere birçok tanınan dünya starı tarafından yapılıyormuş. Bu nedenle ilk olarak Piloxing'i deneyimlemeliyim dedim. Dün ise deneme seansına katıldım. Ağırlıklı olarak kol ve bacak hareketlerinden oluşan Piloxing egzersizleri aslında tüm bölgeyi çalıştırıyor. Kalça, basen ve karında hareketleri yaparken acıyı ve yağların erimeye başladığını hissediyorsunuz. Piloxing kas çalıştırmasını, boksun güçlendirmesini, dansın eğlencesi ve duygusallığını ve yüksek enerjili kardiyo çalışmasını da bünyesinde barındıran tek bir program aynı zamanda. Tam bir saat boyunca süren egzersizler boyunca sayılı çıkaramadığım spor hareketleri yaptık içinde minder hareketleri de dahil olmak üzere. Piloxing hocası ise çok güleryüzlü ve destekleyiciydi sağolsun. Bir saat boyunca hem fiziken hem de moralman destekledi bizleri.
Vücudum oldukça ham olduğu için bir zaman sonra nefes nefese kaldım ancak toparlanıp kaldığım yerden tekrar devam ettim. Spor sonrası ise benimle birlikte spor yapmaya gelen diğer arkadaşlarla ve hocamızla birlikte anı ölümsüzleştirdim. Fotolar burada!
Çarşamba günü ise bu kez pilates deneme seansına katılacağım. Bacak ve kollarımın ince olduğunu ve asıl eritmem ve şekillendirmem gereken bölgemin kalça ve göbek bölgesi olduğunu düşünürsek pilates benim için daha bir uygun gibi geldi. Daha önce pilates topu alıp, evde pilates yapma hevesimden kısaca zaten bahsetmiştim. Heves diyorum çünkü başımdan biri olmadan pilates ve türevi tüm egzersizleri yapamıyorum. Yürüyüş de buna dahil. Yanıma bir yoldaş, bir gaza getiren arıyorum.
Şimdi iyi güzel, Piloxing'ini yapmışsın da ücretler ne alemde dediğini duyar gibiyim. Aslında fiyatlar oldukça uygun. Her ay bir eksik kıyafet alarak çok rahat verilebilecek ücretlerde.
Şimdilik Piloxing maceram bu kadar. Perşembe günü Pilates maceram ile karşınızda olacağım. Ayrıca bahsetmediğim Box ve Kardiyo egzersizlerinden de söz edeceğim.Takibimde kalın!
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 16:05 1 kişi ahkam kesmiş
neymiş: markadeneyimi, Shapes for women, Shapes Kıbrıs Şehitleri, Shapes Turkey, spor, üründeneyimi, zinde kalmak
24 Mart 2013 Pazar
Yaz Kızım
Ne zamandır bir kaç başlıklı yazı yazasım vardı. Ben de yazdım.
Yemek canmış
Daha önceki yazımda bahsettiğim 20'lik diş ızdırabının ardından ancak vakit bulup yazabiliyorum. Bir haftalık yemesiz içmesiz, devasal sağ yanaklı, bol iğneli ve soğuk su kompleksiyle geçen zamanlar atlattım geçen iki haftanın büyük bir kısmında. Ardından sağlığıma kavuştuktan sonra kendimi yemeğe verdim bu kez. Yeryüzündeki her yemek bulunmaz bir nimet oldu benim için. Özetle yemenin kıymetini anladım. Bir hafta da kilo kaybettim mi bilinmez ama son bir haftadır kesin almışımdır.
Tam zamanlı işti tek istediğim
Bu arada freelance iş yaptığımdan daha önce bahsetmesem de şimdi söyleyeyim. Onlarca iş görüşmesine girip çıktıktan sonra. Belli bir süre için en mantıklısının freelance çalışan olmak olduğuna karar verdim. Zira haftada sadece 3 günümü vererek kazandığım ücretin az üstünü haftanın 6 günü kendimi paralayarak kazanıyordum. Gönlüme göre olan yerler olmayınca (gerek tanıdıksızlık/anladınız sen onu, gerekse 3 elemanın hakim olacağı niteliği tek bünyede barındıramamış/herkül olamamam) böyle devam etti bu süreç. Önümdeki zaman diliminde ise tam zamanlı çalışma ihtimalim söz konusu şu an freelance çalıştığım sosyal medya ajansında. Ben de çok olsun istiyorum. Olsun, olsun n'olur olsun.
Nurgül Yeşilçay taş değil, kayadır
Diğer bahsetmek istediğim mevzu ise 'Aşk Kırmızı' filmi. Bugün arkadaşımla Nurgül Yeşilçay, Ezgi Aşaroğlu ve Tayanç Akaydın oynadıkları 'Aşk Kırmızı' filmine gittik. Film +13 olarak vizyona girmiş bir film olunca acaba konulu filmeme mi giriyoruz tedirginliği oluştu tabii birazcık da. Meğer +13'lük tek olay Nurgül Yeşilçay'ın film yarısına kadar iç çamaşırlarıyla etrafta dolanmasıymış. Ama kadın hakkını veriyor, fiziksel olarak taş gerçekten. Hatta olgunlaştığını falan da düşünürsek kayalığa terfi etmiş kendisi. Afişte ise iki kadın bir adam görselinden de anlaşıldığı gibi gene paylaşılamayan erkek söz konusu. Filmden çıktıktan sonra aslında şöyle olsaydı böyle iyiydi, burası ne mantıksızdı falan diye yorum yaptık kendi kendimize. Bir de ister istemez mağdur eş yerine koyabiliyor insan kendini. Hani ben olsam ne yapardım acaba diye. Fena psikoloji, pek fena. Mehmet Erdem'in depresif şarkıları ise mevzuyu daha da tetikliyor. Gerilmek isteyen, sağlam psikolojisi olan izlesin derim.
Şimdilik tüm gelişmeler bunlar blog okur-yazarlar. Devamı çok yakında burada.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 22:02 0 kişi ahkam kesmiş
neymiş: 20'lik diş, Aşk Kırmızı, banadair, film, film tavsiyeleri, iş, Nurgül Yeşilçay, sinema
8 Mart 2013 Cuma
20'lik Diş Isdırabını Senin
Kendimi bildim bileli dişçiler en büyük fobim olmuştur. Bunda ufak yaştan beri süt dişlerimle dahi dişçi yardımıyla veda etmemin de büyük pay oldu tabii. Özetle erken tanıştım ben dişçi koltuğuyla.
Süt dişlerin ardından ihmal ettiğim için erken yaşta çürüyen bazı dişlerime yapılan dolgular ise dişçiyle olan samimiyetimin daha da ilerlemesine sebep oldu.
Yaş kemale ermeye başlayınca bu kez etrafımda herkesin 20'lik dişlerinden yakındığına tanık olmaya başladım. 20'lik dişlerle başı hoş olan fazla insan yoktu. Sıranın bana geldiğini yavaş yavaş hissetmeye başlasam da umursamamıştım pek. Taa ki dur bakalım benim 20'likler ne alemde bir kontrol ettirelim bakalım diyene kadar. Ve sonuç olarak 20'liklerin benim de başıma iş açtığını öğrendim. Hem de beraberinde 3 dolgu gerektiren dişi de beraber getirerek.
En basit olanından başlayıp dolguları yaptırdım. Yarın ise ilk 20'liğime veda ediyorum. Dişin bir kısmının gömülü olduğu haberini alarak, bir kaç gün ise ağzım burnun dağınık şekilde gezeceğim gerçeğiyle de yüzleştim. Moralimi en çok bozan kısmı da o kısım oldu zaten. Ben, sıvıyla beslenmek ve konuşamamak aynı cümlede epey tuhaf kaçıyor çünkü. Bakalım ileriki günlerde neler olacak.
Beklemede kalın. Geçmiş olsun dileyin.
made in Ayşa (Ayşe Nur) saat 15:25 4 kişi ahkam kesmiş
neymiş: 20'lik diş, banadair, diş, dişçi, dolgu