31 Ekim 2013 Perşembe

Blogta Tükenmişlik Sendromu

Son aylarda meşhur Meryem Üzerli hastalığından blogum da nasipini aldı. Bense adeta blogta tükenmişlik sendromu yaşıyorum. Yazacak şey orjinal şeyler bulamıyorum, en çok da teknik olumsuzluklardan dolayı yazamıyorum.Teknolojik olumsuzluk derken konuyu hemen açayıp, bu aralar evin bağlantısı olan Uydunet'le ciddi anlamda sorunlar yaşıyorum. Yanmayan modem ışıkları sayesinde Türksat, Uydunet çalışanları ile akrabalık ilişkisi kurmuş durumdayız. Elli defa gelip gidildi. Türksat teknikerleri gerek apartmanda bulunan Türksat kutusuyla, gerek direk bizim evdeki modemle cebelleşerek, çözüm arayışları tam iki ayı aldı. Hatta bir ara Türksat'ın aynı elemanı internet arızası için öyle çok bize geldi ki ben kendisini zaman içerisinde ayıcıklı pijamalarımla karşılar hale geldim. Bu aralar işte böyle bir laubali bir ilişkimiz var Türksat'la. Diğer yandan da TTNET'den kaçarken Uydunet'e tutuldum diyebilirim. Tüm bu olumsuzlukları yaşayıp, diğer yandan sinir krizlerinin eşiğinden dönerken, blog için yazmayı planladığım yazılar hep yalan oldu. Gün içerisinde modem ışıklarının yandığı anlarda ise haliyle heves kalmadı. Bende de bundan sonra mağdur olduğum ve edildiğim markalar hakkında Şikayetimvar.com yerine direk kendi blogumdan bunu dile getirme fikri oluştu. 

Görüşmeyeli epey oldu. Aradan kocaman bir bayram tatili dahi geçti. Benim bayram tatilim İstanbul ve Bilecik arasında geçti. Çok da tiryakisi olmadığım kurban etinin tadına bakarken, bolca baklava yiyerek geçirdim bu süreci. Bayramımı ilk kutlayan ise Yalı Spor oldu. Kendisi bana yaptığı ufak sürprizi ile beni epey şaşırttı ne yalan söyleyeyim. Adidas'ın yeni serisi duş jeli ve deodorantını deneme şansını elde ettim böylece. Diğer yandan da çok memnun oldum. 

Gene bu süreçte uzun zamandır görüşmediğim üniversite arkadaşlarımla görüştüm. Gene muhabbet aynı nişan-düğün furyasına dahil olanlar, iş-işsizlik ve bu alanda bir yılda edindiğimiz akıllara durgunluk veren acı tecrübeler, beş yıl sonra acaba nerede olacağız geyikleri. Hatta son madde bize Lise Kızlar filmini hatırlatmadı da değil. Allah sonumuzu benzetmesin tabii. 

Uzun zamandır kültürel etkinliklerden bir haber geçen hayatıma 'Nehir' tiyatro oyunu (Oyun Atölyesi sahnesi) ve 'Benim Dünyam' filmi ile de renk geldi bu süreçte. Hayatımda ilk kez Haluk Bilginer'i yakından izleme şansını elde ettim. Gene Ayça Bingöl ve Canan Ergüder'in de oyunculuklarını canlı canlı seyredebildim. Aslında oyunun konusu herkesin hayatına konu olacak 'ilişki tekrarlarını konu alıyordu. İlk aşkından sonra aynı heyecanı birçok kadına duyan adamın hepsiyle yaşadığı benzer duygulardı ele alınan. Tüm sevgililerle ilk ele ele tutuşma, ilk yemek tutma, ilk balık avlama, ilk birlikte olma... Karşısındaki kadın değişse de ilkinde duyulan heyecanın diğerlerinde duyulmaması. Ama her ilişkide bu süreçlerin yenilenmesi. Kasım ayında ise İzmir-AKM'de sahne alacak.

Geçtiğimiz günlerde ise 'Benim Dünyam' filmini izledim. Beren Saat, Uğur Yücel ve gene Ayça Bingöl'ün oyunculukları etkileyici idi. Sahne geçişleri arasında tutarsızlıklar ve öyküde zaman kopuklukları da dikkatimi çekti tabi. Ama genel anlamda dram türünü başarıyla işlemiş bir film vardı karşımda. Bollywood sinemasından alıntı olan senaryo Türkçe'ye oldukça iyi uyarlanmış. Çalıntı suçlamasını da hak etmiyor bence. Filmin en başından alıntı olduğu da söylenmiş zaten. Ki elin Amerikalısı alıp İsveç'ten Ejdarha Dövmeli Kızı alıp birebir çeviriyor, helal olsun adamlara deniyor. Türkler yapınca tukaka oluyor. Bence sinemamızın bu kadar hakkı yenmemeli diye düşünüyorum.

Şimdilik blogta günah çıkarma seansım bu kadar. Bir sonraki seansa görüşmek üzere.


7 Ekim 2013 Pazartesi

Hayat Nereden Nereye

Uzun zamandır yazamamam blogu boşladığım anlamına gelebilir ama ben buna kısaca hayatımı yoluna koymaya çalışmaya çalıştığım bir dönem diye özetleyebilirim. Burada en son Ankara'da mülakata gittiğimden bahsetmiştim. Mülakat bu ya olmadı. Hoş her şeyin hayırlısını dilemişken,olmaması benim için en iyisiydi belkide kim bilir. Mülakat süreci de tamamlandığına göre hangi kurum olduğunu söylemem de artık sakınca yok. Yarı kamu, yarı da özel kurum olma özelliğini taşıyan TÜBİTAK'a mülakata gitmiştim. Kurumsal İletişim Uzman Yardımcılığı pozisyonu için. En azından mülakattan bahsederek ilerde aynı kuruma mülakata çağrılanlar için bir kılavuz niteliği taşıdım diyelim. Gene merak edilenleri cevaplarım.

Diğer yanda bu süreçte erkek arkadaşımın uzakta olma fikrine alıştırdım kendimi. Dip dibe olunca zor geliyormuş ayrı şehirlerde olmak. Hani yanında istediğinde atlayıp gelmesinin yokluğu. Geleceği güne daha çabuk varabilmek için daha fazla uyumak ve sokakta bazı insanları ona benzetmek gibi şizofreniye varan davranışlar. Ama olumlu yanları da yok değil. Fırsat denen bir kelime girdi hayatımıza.Yaratığımız her fırsatta bir araya geliyoruz. (Dip not: tüm milli ve dini bayramlar candır.) Bu da birlikte geçen zamanı daha da anlamlı kılıyor.

Ve gelelim diğer konuya. İş konusuna. Kısa bir süre özel sektörde şansımı denesem de şuan için ne yazık ki İzmir şartlarında pek de aradığımı bulamadım. İstanbul ise benim gibiler için sıfırdan başlamak için elverişli bir yer değil, cesaret edemedim. Bu da beni ister istemez önümüzdeki sene için KPSS hazırlık sürecine götürdü. Ama öyle böyle hazırlanmak da değil yani dersaneye falan gidiyorum. ÖSS günlerime geri döndüm diyebilirim. Dersane arkadaşı ve hocası kavramları hayatıma geri döndü. Bir sene boyunca da bu böyle gidecek. Hakkımda hayırlısı.

Özetle tüm bu süre zarfında bunlar oldu. Tam bir adapte olma sürecindeyim. Az bekleyin, tez zamanda adapte olup geliyorum.