30 Aralık 2012 Pazar

Ben Her Kış Hasta Olurum


Bu sene ilk kez sonbahar ayını hastalıksız geçirdim diye seviniyordum. Hatta 'kesin olcam yeaa' diye bir kaç kez evde kırıklanmış, nezle ya da gribin yollarını ilaçlarımla beraber gözlemiştim. Son derece hazırlıklıydım yani. Blogumu uzun süredir takip edenler bilirler. Her hasta olduğumda burada yazılarımla isyanımı ederim. İlaçlardan, yatağa mahkumiyetten, burun damlasından falan yakınırım hep. 

Ancak bu kış tam atlattım derken sadece bir güncük hava ve yer değişikliği yetti bana. Mikroplarım hasret kaldıkları bünyelerine uzun bir aradan sonra tekrar geri döndüler. Burun tıkanıklığı, hapşırma falan derken nezle olarak buldum kendimi. Elimde tuvalet kağıdı, tatlı boğaz kaşıntısı, televizyon karşısında yastık yorgan kombini, sönüp giden yeni yıl coşkusu... (hoş coşulası bir planım yoktu ya!) 

İşin özeti, 2013'e en az derecede hasta girmek için şuan çabalıyorum. Yarın tekrar senenin son yazısı ile burada olacağım. Benim kalın, sağlıklı kalın. 
  
(Dip not: Bu arada bu yazıma görsel ararken bunu buldum. Cidden ne pratik icattır. Japonlar yapmış aga dedim bir kez daha kendi kendime. Bir kez daha adamlara saygı duydum. Yeni yıl hedayem olarak her türlü makbulümdür.)



21 Aralık 2012 Cuma

Son Postum Olabilir Bu


21 Aralık rivayetleri almış başını giderken bugüne dair yazı yazmasam olmazdı. Dünyanın küçük bir kısmı bugün kıyametin kopmasını dört gözle beklerken, geri kalan kısmı ise oturdukları yerden tüm bu olan biteni izledi ve sürekli olarak yorum yaptı.

Mayalar ve takvimleri bugün için kıyamet kopacak demişti. Hatta az bir kısmı da gene rivayetlerden medet umarak tasını tarağını toplayıp Şirince'ye yerleşti. Şirince'deki Türk esnafı da hiç bu durumu kaçırır mı, hemen olayı kendi lehlerine çevirdiler. Kıyamet şarabı, kıyamet oteli... Adeta kıyamet üzerinden prim yapıp, para kazandılar son bir ay boyunca.

21 Aralık geldiği bugünde ise Maya'ların beklediği o kıyamet kopmadı. Kıyamet kopmadı ama sosyal medyada haftalar boyunca büyük yaygaralar koptu. Herkesin kıyamet hakkında söyleyecek illa ki bir sözü vardı. Sabah programları ve haber bültenlerinin ise haftalardır 21 Aralık ile gündemi meşgul etmesini saymıyorum bile.

Bana göre ise pek farklı bir gün olmadı bugün. Ders çalıştım, kitap okudum, televizyon izledim. Tabii ister istemez sosyal medya ve medyadaki bugünle alakalı trajikomik olayları da takip etmeden duramadım. Onun dışında günlük hayatıma her zamanki gibi devam ettim.

Günün son anlarına geldiğimiz şu dakikalarda ise oturup bu yazıyı yazdım. Neme lazım, son söz olur belki diye.


15 Aralık 2012 Cumartesi

En Büyük Klişe 'Doğallıktan Yanayım'


En büyük klişesidir; 'Doğallıktan yanayım.'sözü. Kadını da söyler, erkeği de. İşin aslı doğal olandan yanayım olmalı bence. Zira hem kadının hem erkeğin doğuştan gelen 'Adem ile Havva' dan miras doğallığımızla hiç olacak iş değil bu. Misal biz kadınlar. Epilasyona gitmesek, kalın kaşlarla, kıllı tüylü gezmeyi denesek bakın bakalım etrafımızda doğal güzellikten yanayı savunan kişi kalıyor mu? Ya da bir gün dışarı allık sürmeden çıkmayı denesek şüphesi gelecek ilk tepkiler 'Aaa bugün neyin var yüzün sapsarı!' olur. Demek ki doğal olmak yerine 'doğal olmaktan' yana olmak tabiri daha uygun kaçıyor bu gibi durumlarda. Kısacası, cilde zarar vermeyen, doğal maddelerden oluşan doğal ürünleri bilinçli bir şekilde ve abartıya kaçmadan kullanmak. İşin dozunu iyice abartıp gündüz bir yere giderken sanki kendi kına gecene gider gibi makyaj yapmanın da mantıklı bir yanı yok bence. Ki aşırı makyajdan sırf hemcinslerimizin değil, erkeklerinden iğreti olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Hatta aşırı makyajlı kadın deyince aklıma gelen bir anım da var. Üniversite hazırlık dönemlerinde sırf yaptığı ağır makyajı yüzünden kendim gibi öğrenci olan kızı bütün bir yıl boyunca öğretim görevlisi sanmışlığım vardır. Daha yirmili yaşlarında başındayken ağır makyajlarla on yaş büyük gözükmenin anlamını çözememiştim o zamanlar. Hoş hala da çözebilmiş değilim.

Sadece kadınlar da değil, erkekler için de aynı durum geçerli. Hiç bir kadın yanında tek kaşlı, yaka paça dağılmış, boyasız ayakkabılarla gezen bir erkeği gezdirmek istemez. Sesini çıkaramasa da içinden 'Hadi bana değer vermiyorsun, kendine de mi değer vermiyorsun be adam! Ben o kadar şık şıkıdım giyinip süsleniyorum, sen yanımda berduş gibi geziyorsun.' diye geçirir. Günümüzde erkeğin aşırı kaçmamak şartıyla metroseksüeli makbuldur.

Dün ise yazımın başlığı olan 'Doğallıktan Yana' olmak üzerine benim de dahil olduğum İzmir'deki 13 blog yazarı ile birlikte Alsancak'ta bir etkinlik gerçekleştirdik. Etkinlik ev sahibesi Ayşenur Yazıcı ve doğal makyaj ürünlerinin satışa sunulduğu LilaKutu markasıydı. Ayşenur Yazıcı, saç rengini de düşününce yıllar geçtikçe daha da güzelleşen tam bir kırmızı şarap gibi. Tabii karşımızda yıllara meydan okuyan güzelliğiyle duran Ayşenur Yazıcı olunca konu makyaj, doğallık, güzellik oldu. Her ne kadar kendisini televizyon ekranları ve kitaplarından tanıyor olsak da asıl mesleği ve ilgi alanı kozmetik ürünleri ve makyajmış Ayşenur hanımın. Ve kozmetik alanın da o kadar engin bilgilere sahipti ki tüm anlattıklarını ağzımız açık dinledik. Günün sonundaysa da LilaKutu'nun biz İzmirli bloggerlar için hazırladığı hediye pakedi ve Ayşenur Yazıcı'nın kendi elleriyle imzalığı kitabını aldık. Günün diğer dipnotu ise; Ayşenur Yazıcı'nın kalbimizde bir kez daha yer etmesini sağlayan mütavaziliği oldu. Hem herkes tarafından tanınıp hem de herkes gibi davranabilen öyle az insan var ki. O yüzden Ayşenur hanımı ne kadar takdir etsem az.

Günün sonunda ürünleri eve gelip inceleme fırsatı bulunca içeriklerinin tamamen doğal ve sağlığa zararsız maddelerden oluştuğunu gördüm. Ürünlerin fiyatları ise oldukça uygun, herkes çok ulaşabilir, rahatlıkla alabilir.

Özetle artık 'Artık güzelleşirken, doğallığımızı da düşünen ürünlerle bizleri buluşturan bir marka var.' Teşekkürler LilaKutu.

Ürün fotoğraflarına Instagram hesabım üzerinden ulaşmak için tık!
LilaKutu'nun sitesi için tık!