31 Aralık 2010 Cuma

Mutlu Mutlu Yıllara


Herkese mutlu mutlu yıllar ve bu yeni yılda tüm istek ve beklentileriniz gerçekleşmesinin diliyorum. İşte 2011 dileklerim,

* Bu seneyi de okulu başarılı bir şekilde tamamlayayım ve açıköğretim önlisans diplomamı alabileyim.
* Ailemle beraber mutlu olayım.
* Sevdiklerim hep yanımda olsunlar, tabi bende onların.
* Aşk olmazsa olmaz tabi, hayal kırıklarına bu sene hayatımda yer vermemeyi diliyorum.
* Daha fazla kitap okumayı, film izlemeyi, gezmekte hiç fena olmaz.
* Blog için yeni ilhamlar yeni izleyici kitlesi olsun.
* İyi bir yerde staj yapayım.
* 4 tane piyango biletimden amorti dışında daha yüksek beklentilerim var. ;)
* Ve son dileğim ise, sağlıklı bir sene geçirmek istiyorum.


29 Aralık 2010 Çarşamba

Ne Ummuşum, Ne Bulmuşum


Geçen yıl yazdığım yeni yıl dileklerime bir baktım da tek bir dilek dışında hepsinin gerçekleştiğini gördüm. Neymiş bunlar;

* Prenses prensiyle tez zamanda barışsın: Bu dilek canım dostum Begüm ve erkek arkadaşı Halil'e ithaf edilmiş bir dilekti. Geçen sene aralarında geçen dargınlık nedeniyle yazmıştım sonuç olarak hala birlikteler çokta mutlular. Allah bozmasın diyor, nice beraber nice yıllara diyorum.

* Arzu'm hep gülsün depresyonlar ondan uzak olsun: Tüm samimiyetimle dilediğim bu dileği o zamanlar çok değer verdiğim biri için dilemiştim. Ne kadar bu dileği hakketti bilmiyorum ama bizim dostluğumu hakketmediğini gayet iyi biliyorum.

* Çağla kuzum da içindeki Polyannayı hiç öldürmesin: Çağla ve Polyannalığı tam gaz devam etmekte tabi son zamanlarda buna katkısı olan birileri daha var. 

* Ben de mutlu olayım, aşkı bulayım, en önemlisi ailemle ve dostlarımla hep beraber sonsuz mutluluklar bizimle olsun.. Aşk konusunda hala yüzüm gülmüş olmasa da bu yıl ailem ve dostlarımla oldukça mutlu bir yıl geçirdim diyebilirim darısı önümüzdeki senelere de.

* Piyango da en azından bu sene amorti çıksın.. Düşük beklentilerden oluşan bu dileğin en azından bu kısmı gerçek oldu ve amorti çıktı.

Geçen seneki beklentilerim yıl içersinde böyle karşılık bulmuş, bu seneki dileklerim daha sonraki postta. Beni bekleyin anacım...




24 Aralık 2010 Cuma

Aşk Kriter Tanır Mı?

Biz kadınlar ve erkekler sevgili modelimizi belli kalıplar içine sokarız. Güzel, yakışıklı, zeki, tahsil sahibi, romantik bir o kadar mantıklı, sadık, düşünceli, bakımlı ilk aklıma gelen özellikler...

Peki hayatımıza sokacağımız bu insanın tüm özellikleri barındırması ne kadar mümkündür ya da karşınızdaki kişiyi belli bir kalıba sokmak ne kadar doğrudur. Bence yer yüzünde şayet bu özelliklere birileri varsa bile sayılı sayıdadır eminim. Bu özelliklerden en az iki tanesine bile yakalayanlar şanslı sayabilirler kendilerini. Bazıları ise tüm bu özelliklerin hepsini tek bir kişide aradıklarından en iyisini bulana kadar yalnız olmayı tercih ederler. Peki sevgilisi olanlar sizin sevgiliniz bu kriterlerin kaçta kaçına sahipler ya da ne kadarını göz ardı ederler.


Etrafımda gözlemlediğim kadarıyla bunun her zaman ölçüsü yok gibi. Dış güzellikten çok iç güzelliğe önem verenler, yeter ki yanımda olsun deyip sadakatsizliğe boyun eğenler, tahsili olmasa da beni sadece sevsin yanımda olsun diyenler, düşüncesizliğinden yakınıp sonradan hoş görenler...

Sorumuz şudur:
Hangisi mutluluk getirir, mükemmeli aramak mı, yoksa beraber olduğumuz / olacağımız kişinin özellikleri ile yetinmeyi bilmek mi?





21 Aralık 2010 Salı

Blog Sevenler Derneği Üyelerine


Bugün arkadaşlarımdan biride benden feyz alarak kendine blog açtı. Kendisi benim gibi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık öğrencisi, onun blogunda kişisel fikirlerinin yanında pazarlama ve reklamla ilgili trendlere ulaşabilirsiniz.


Haydi blog alemine yeni giren bu arkadaşımın bloguna sizler de bir göz atın.




14 Aralık 2010 Salı

Fikrimühim Ürün Denemelerim: Part 1


İlk defa pazarlama dersinde hocadan duymuştum fikrimuhim.com sitesini. Sitenin amacı "word of mouth" ile piyasaya yeni çıkan ürünleri tüketiciler arasında yaymak. Bir nevi bir ürünü kulaktan kulaktan yayma gibi birşey. Daha sonra bir arkadaşımda siteye başvurduğunu ve anketler sonucunda denemesi için evine Nesfit mısır gevreği geldiğini söylemişti. İlk defa böyle bir şeye tanık olduğumdan bu duruma hayli şaşırdım. Tabi hiç durur muyum hemen bende kaydoldum.
Geçen gün Nesfitin piyasaya yeni çıkardığı kırmızı meyvelerden oluşan mısır gevreği ve yanında tabağı, araba süsü ve indirim kuponlarıyla beraber kapımdaydı. Öncesinde de kargonun yola çıktığına dair mail yollamışlardı. Gayet itinalı ve site kullanıcılara değer veren bir site olduğunu denemem sonucu anlamış oldum.

Şimdi gelelim ürün hakkındaki düşüncelerime, Nesfit kırmızı meyveli mısır gevreği benim gibi çilek hastası kişilerin damak tadı için biçilmiş kaftan. Kahvaltı öğünün çok fazla sevmeyen, hele haftaiçi okula/işe yetişme telaşesi içinde doğru dürüst birşeyler yiyemeyenler için de Nesfit kırmızı meyveler pratik bir alternatif oluşturuyor.




13 Aralık 2010 Pazartesi

Hayat İlginç Vesselam


Hayat ilginçken, insanların ilginç olmasını yadırgayamazsın. İşte son günlerde başıma gelen bazı ilginçlikler...

İlginç olaylar... Mesela bugün kıyafet dükkanında çıkarken dükkan sahibinin vitrinin önüne dayadığı cansız manken rüzgarın hışmıyla kucağıma düştü. Aklımda tek kalan şey, olayı algılamamla beraber gülme krizine tutulmam ve zar zor mankeni vitrinin önüne koymam. O esnada etrafta beni kucağımda cansız mankenle görüp deli veyahut sapık olduğumu düşünen birileri oldu mu bilmiyorum.

İlginç istekler... Ayrıca en yakın arkadaşlarımdan biri bugün kuaförden saçlarına pembe balyaj yaptırdı. Uzun zamandan beri hayallerini süsleyen bu çılgınlığından ötürü onu kutluyor, yürekten takdir ediyorum.

İlginç dilekler... Okula yılbaşı nedeniyle dilek ağacı koydular. AÇEV'e üye burslu ilköğretim öğrencileri dileklerini ağaca asarak biz üniversite öğrencilerinden dileklerini gerçekleştirmelerini istiyorlar. Bir nevi onların noel anne ve babaları olacağız bir senelik dahi olsa. İşin ilginci bu çocukların çok az bir kısmının gerçekten ihtiyacı olan şeyler istemesi. Mesela Monopoly (Çılgın Milyoner) oyunu istemiş birçok çocuk. Hayatımda bırak Monopoly'i doğru dürüst öyle kutu oyunlarına sahip olmayan ve en ucuzu 50 tl'den başlayan bu oyunları gereksiz pahalı da bulan ben, bir ilkokul öğrencisi için bu oyununu ne kadar büyük önemi olabileceğini çözemedim. Adidas eşofman isteğini adidas eşofmana sahip olmayan ve marka takıntısına hiç bir zaman sahip olmamış biri olarak kaile alamıyorum bile. Ben kendime bu dileklerden en masumane olan uzaktan kumandalı arabayı seçtim ve en yakın zamanda alıcam.

İlginç Liseliler, "Küçük Sırlar" dizisi çıktığından beri bir sürü mini hatta midi hale getirilmiş eteklerle ortalıkta dolaşan liseli kızlar doluştu. Geçen hafta gene midi boy eteği, bir ton makyajı ve tabi ki okul çantasından olmaya çok uzak çantası olan bir öğrenci görünümünden uzak bir liseli kızla karşılaştım. Ve arkasında tahmin edebileceğiniz gibi abazan tayfası. Kızında bu durum hoşuna gidiyor olmalı ki kırıta kırıta ve hiçte istifini bozmadan takmış peşine adamları gidiyordu. Muhtemelen o esnada gördüğü ilgiden, egosu tavan yapmıştı. Hayret ettim, bir yaşıma daha girdim.

Şimdilik tanık olduğum ilginçliklerden aklıma gelenler bu kadar. Yorum alan yazılarım seri haline getirilebilir bu da böyle biline. ;)



7 Aralık 2010 Salı

Köyden İndim Şehire Döndüm Deliye

4 gündür aktifliğim üstümde. Alsancak, Bornova, Kemeraltı...


Köyden indim şehire birden döndüm deliye derler ya, bende de aynen öyle İzmire geldiğimden beri. Benim gibi liseye kadar yaşamını küçük bir ilçede geçmiş ardından okuldan veya daha farklı sebeplerden ötürü kendini koskocaman şehrin ortasında bulanlar benim halimi çok iyi bilirler. Büyük şehirde doğup, büyüyenler o şehrin kıymetini pek bilmezler ve bizim bu durumumuza anlam veremezler. Çünkü küçük yer insanın büyük şehirle tanışana kadar çarşı diye nitelendirebildiği tek bir mekanı vardır. O da hepi topu dolaşması sadece 15 dakikasını alan bir yerden oluşur. O yüzden büyük şehire yaşamak, küçük şehirden kopup gelen bizim gibi insanlara allahın büyük bir lütfudur. Gezebileceğimiz çok fazla yer seçeneğinin olması bize mutluluk verir, nereye gideceğim diye tasa duymamıza artık hiç mi hiç gerek kalmaz. Şayet İzmirde yaşamaya başladıysan ruh haline ve görmek istediğin yere göre birçok alternatiflerin vardır.

Kafa dağıtmak için kendini Alsancaktaki kordona yada İnciraltı veyahut Güzelyalıya atabilirsin. Alışveriş için Kemeraltı, Karşıyaka ya da Agora, Balçova Kipaya gidebilirsin. Şirincede sevdiğinle bir şarap içer, Efeste tarihe tanık edersin. Vapurla Karşıyakaya geçer, bu kez şehrin güzelliğini karşıdan seyredersin. Asansöre çıkar, fotoğraf stüdyosuna gerek kalmaksızın en güzel fotoğrafları kareleyebilirsin. Ve bahsettiklerim İzmirin ilk aklıma gelen yerleri.

Kısacası küçük şehir insanları büyük şehir insanlarından çok daha farkındadır büyük şehrin cevherlerini. Ve bunları bilerek ve her anının tadını çıkararak yaşarlar.

(foto:Nejdet Düzen)



2 Aralık 2010 Perşembe

Erkekler Ah Erkekler, Aşk Trafiğindeler

Son zamanlar en çok tanık olduğum şeylerden biri paylaşılamayan erkek sendromu. Paylaşılamayan kankalar, paylaşılamayan "bunun neresine bakıyolar ya kızlar" cümlesini size sarfettiren zat-ı muhteremler. Öyle ki hemen hemen hergün taş gibi bir hatunun yanında onun tam zıttı olan ister garip tipli apaçi veyahut kaba saba kıro kıro tipler görüyoruz.


Bugün bu olayı kızlarla cafede otururken konuştuğumuzda erkeklere olan rağbetin nedenini erkek türünün gittikçe azalmasından kaynaklanıyor olabileceği teorisini attık ortaya. Sonra etrafımıza baktığımızda sokak boyunca ve cafelerde oturan kadın çoğunluğu görünce teorimizin hiç yanlış olmadığını anladık.
Hatta geleceğimizi pekte parlak görmedik. Öyle ya yakında "kapanın elinde kalıyor"a dönecek olay. İşin en fena yanı ise her erkeğin kendini nimetten sayması. Adamda tip yok, para yok, eğitim yok ama deli gibi özgüven var, seni beni sollar.

Ama erkekler, bu konuda sırf erkekleri suçlamak anlamsız. Suç illa hayatında biri olsun diye her gördüğü erkeğe balıklama atlayan bazı hemcinslerimde. Eskiden erkekler bayanlarla tanışmak ister, flört eder hatta süprizler yapar hatta kavga ederdi. Şimdi ise kadınlarda erkeğe açılıp, sevdiğini açıklayabiliyor. Bu gidişle evlenme teklifini de biz yapıcaz diye korkuyorum yahu.


30 Kasım 2010 Salı

Herşey Tekdüze ve Aynı Hep


Nihayet "ayrılık" konulu kısa filmin kurgusuna da bitirdik bugün. Konu zaman kısıtlılığından dolayı sevgili ayrılığı oldu. Bakalım yarın ayrılık kimlere neler çağrıştırmış görücez. Bana fikir veren blogger arkadaşlarıma fikirleri için çok teşekkür ediyorum. Bunun yanında sınıftaki diğer arkadaşlarımının videoları için epey mekan gezerek, bin bir itinayla effor sarfettik. Şimdilik bu yazılacaklar bu kadar, atraksiyon yoksunluğu yaşıyorum. İlham geldiği bir an görüşmek ümidiyle. :)



24 Kasım 2010 Çarşamba

1 Günlüğüne Ev Hanımı Olmak

Vizeler bitti bugün nihayet. Bizde bütün kızlarla küçük çaplı bir gün düzenledik. Tek bir farklı poğaça,börek ve pideleri kendimiz yapmak yerine üniversiteliden (efsane pastane) aldık. Sonra ise "Su gibi"den başlayarak sırayla tüm izdivaç programlarını izledik. Ve ardından bir günlüğü de olsa ev hanımı olmayı diledik, hanımlık adı üstünde ya. Oturduğun yerde hanımlık ünvanı alıyorsun az şey mi? Bunun yanında hayatta çeyiz düzmek, koca bulmak, bebe doğurmak dışında hiç amacınızın ve beklentinizin olmaması, gün içinde başınıza gelecek en büyük mutluluğun o gün güne gidip, göbecikler atıp bol miktarda dedikodu yapacağın olması falan. Kıskanç, ayağını kaydırmayan çalışan iş arkadaşları yok, aranı iyi tutmak zorunda olduğun patron yok, geç saatlere kadar iş toplantıları yok. Tek rakibin gün arkadaşın olan ve senden daha iyi poğaça yapan Nazife abla.


Hee bir de günlerde desti izdivaç izleyerek neşemizi bulmak, bir de bekarsak gözümüze programda eş arayan adayları kestirip ona dair aşk-ı izdivaçlı hayaller kurmakta diğer atraksiyonlar olabilir.

Tam ev hanımı moduna girmişken durur muyuz, bebeğinin nasıl olcak tarzında bir sitede abuk subuk denemelerde yapmadı değil bir kaç kişi. Siteye sevgilinin ve kendinin fotolarınızı yüklüyorsun, netice olarak da ortaya aşkınızın meyvesi olan bir bebek çıkıyor. Gözünü sizden, burnunu sevdiceğinizden alıyor, falan filan. Ola ki çirkin olursa depresyona girmemek içten bile değil.

Netice olarak bugünü evin dış kapısının önünde gerçekleşen ve klasik replik olan "ay bunu saymam bir daha gelin", "sizde gelin buyrun, bekliyorum bak" diyalogları ile tamamlayıp, evlerimize yollandık.




19 Kasım 2010 Cuma

Acil Yardım!!


Günler geçse ve artık Çarşamba gelse ne güzel olur, sınavlarım çarşamba günü bitiyor sayılır. Pazar günü olan İspanyolca sınavı ise Allah kerim. Yarın ise aksilik çıkmazsa, film çekim teknikleri dersi için "Ayrılık" temalı video çekicem. Daha fikrim yok, orjinal olması şart. Klasik sevgiliden ayrılma, evden ayrılma gibi şeyler çekmek istemiyorum, farklı birşeyler olsun istiyorum. Ve sizden yardım dileniyorum. Aklınıza ayrılık deyince ne geliyor? Somut şeyler de olabilir, yardımlarınızı bekliyorum.





15 Kasım 2010 Pazartesi

Bilindik Bayram Diyalogları

Yarın kurban bayramı malumunuz. Ben ise bedbaht bir kişilik olarak, bayram tatilinden hemen sonra vize sınavlarım var tatilin içine limon sıkan. Akşam anneanneme gideceğiz, uzun zamandan beri görmediğim akrabaları görücem. Bayramın gelmesiyle beraber her bayram ritüel haline gelmiş sorular her öğrenci gibi beni de beklemekte, işte size onlardan bir demet.

"Kaçıncı sınıf oldun yavrum şimdi sen, son senen mi?"
" Yok 3. sınıftayım ama 4. senem 1 sene hazırlık okudum ya bir senede."
" Hee, anladım (boş bakışlar), hangi bölüm okuyodun sen?"
" Reklamcılık ve Halkla İlişkiler"
"Hmm nolcan peki mezun olunca?" (2. boş ve manasız bakış)
"Reklamcı, gazete, televizyon reklamları için senaryo yazıcam."
"Hee iyi bakalım, beni de televizyon reklamlarında oynatırsın artık okulun bitince."
(Bunu mu çıkardın şimdi burdan, bu kez bende beliriveren boş bakış)

Bu diyaloga aşina olmayanınız var mı? Daha küçükken, "okula ne zaman başlıycan?" diye sorarlar. Az büyürsün okula başlarsın bu sefer "kaçıncı sınıftasın?"" sorusu yapışır yakana senelerce, lise girişi sınavları ve üniversite girişleri sınavlarına girmişsindir, "nereye kazandın?" sorusu bu kez tekrar tekrar karşınıza çıkar. Eğer verdiğiniz bölüm adı karşınızdaki amca/teyze/nine/dede'yi tatmin etmezse sizi duymazdan gelirler ve "Olsun o da güzel" gibi sizi takdir mi etti yoksa yerin dibine soktuğu mu anlayamazsınız. Hatta bazıları "bilmem kimin oğlu/kızı tıpı/hukuku/mühendisliği/ öğretmenliği kazanmış" diyerek sizi kaçıncı kuşaktan akraba olduğunu bile bilmediğiniz, dıdısının dıdısıyla kıyaslar. Çünkü bu dört bölümde okumuyorsanız, hiç okumayın daha iyidir onlara göre. Bu bölümler garanti meslek için okunur, sizin bölümünüz dandinidir, laf olsun diye okunur.

İşin kötü tarafı yarın öbür gün okul bitince "işe girdin mi?" ardından işte o malum soru "ee yok mu birisi, evlenmeyi düşünmüyon mu hala?" (evde kaldın iması) evlenirsin "çocuk istemiyor musunuz?" ,çocuğun olur "kaç aylık oldu şimdi bebek?".... Kısacası insanın ömrü biter, bu sorular bitmeyecektir, bitmez, bitemez...



12 Kasım 2010 Cuma

Müge Anlı Sendromu ve 20'lik Diş Izdırabı

Müge Anlı izlemekten annemde oluşan paranoyalar bana da sıçramaya başladı. Dün ödev çıkarttırmaya giderken önüme çıkan ve poşetlerini taşımam için benden yardım isteyen yaşlı teyzeye, bin bir şüpheyle yaklaşmam ve o esnada beynimde İnegöllü Sinem, Münevver Karabulut siluetlerinin belirmesi de bunun en büyük göstergesi. Teyze bana poşet taşıtırken elindeki mendille bana eter koklatıyormuş ve ekibi de o esnada arabayla yanımızda durup beni kaçırıyormuş falan pişman. Birkaç saniyede başıma üşüşen bu korku senaryolarını def ederek teyzeye yardım etmeye karar verdim. Nitekim teyze onu aldığım yerin karşısındaki Pideciye beni bıraktırdı ve bana el salladı ardından. Karar verdim, Müge Anlıya ara vermeli artık bir süreliğine.

Bunun yanında ben kendimi hala dünkü bebe zannedip 20'lik dişi ağrıyan arkadaşlara "benim daha çıkmadı yea, zamanı var daha heralde" diye sevinirken, an itibariyle çenem koparcasına acımaya başladı. Etrafımdaki herkes 20'lik dişlerini çektirmek zorunda kaldıklarından, umarım bu süreci sorunsuz geçirebilirim, dinimiz amin =)





7 Kasım 2010 Pazar

Bir Film, Bir Roman

Dün kızlarla beraber "Sex and the city 2" filmini izledik hep beraber. İlk filmi beni çok etkilemese de ikinci filmin Arabistan da çekilen sahneleri benim açımdan oldukça farklı ve dikkat çekiciydi. Bir yandan Amerikalı kadınların rahat yaşam tarzı, diğer yanda Arap ülkelerindeki kesin kurallar, muhafazakarlık ve kültür farklılıkları esprili bir dille ele alınmış. Filmi izleyen bilirler, filmde Sarah Jessica Parker'a bile kara çarşaf giydirmeyi başarmışlar. Ayrıca Amerikalılar gözünde İslamiyette oldukça iyi yansıtılmış filmde. Bir iki dokundurma cümlenin dışında Arap kültürüne gayet saygılı yaklaşılmış. Film asla kendi dinleri dışında olan bir başka dini ve kültürü aşağılama gibi bir anlayışı içermiyor ayrıca Arap kültürüne ve mimari yapısına da duyulan hayranlıksa cabası. Sırf bu nedenlerden dolayı izlenmesi gereken filmler arasında belirtilebilir "Sex and the city 2".


Ayrıca bugün bitirdiğim Ahmet Ümit'in, İstanbul Hatırası romanı da okunabilecek kitap arasında tavsiye edebilirim. Polisiye roman olan kitapta, İstanbul ve tarihi hakkındaki bilgiler polisiye akışının içinde eritilerek sizlere veriliyor. Bu aralar güzel bir film ya da sürükleyici bir roman okumak isteyenlere bu iki alternatif benden tavsiye.



3 Kasım 2010 Çarşamba

Senden Ne Aşık,Ne De Bir Kase Cacık Olmaz

En yakın arkadaşlarımdan biri uzun yıldır süren ilişkisini bitirdi geçtiğimiz günlerde. Olay bizim cephemizde şok etkisi yaratmıştı çünkü ilişkileri boyunca bırak ayrıldıklarını doğru dürüst kavgalarına bile şahit olmamıştık. Demek ki bize yansıtmamışlardı yada artık ilişki ciddi boyuta geçmeye başladığından arkadaşım karşısındaki kişinin hayatının erkeği olmadığının anlamasıyla bu ilişkiye de bir son verme kararı verdi.

Ben ise bu durumdan kendime "kendini avutma" mı dersiniz yoksa "hakkı var kızın" mı ama "geç olsun güç olmasın" payını çıkardım ve bir kez daha ilişki felsefem halini almasına neden oldu. Çok kişiyi tanıyıp çok hatalar barındırmaksa hayatımda, ya da bir kişiye senelerce ömrümü adayıp, yürümediğinde ise harcanan vakit kaybına oturup üzülmektense için için, müzmin bekar ve ilişkisiz durumda takılmak en güzeli diye düşünmeye başladım.

Evlenip zaten bir ömür boyu aynı adamın kahrını çekeceksin ileride, hakkını yemeyeyim karşındaki kişide senin kahrını çekecek. Şimdide o moda girmeye gerek yok diye düşünüyorum. Ama büyük lafta etmeyeyim çünkü ne zaman etsem ya bir başkası oturup o büyük lafı bana yediriyor ya da ben kaderime razı olup oturup paşa paşa ben yiyorum o büyük lafı.

Ama bu olayın bir yanı da aşka inancımın azalmasına neden olduğunu da söylemesem olmaz. Her insan bir değil, her ilişki bir değil elbette ama sevgisine inandığın iki kişinin bu hale gelmesi, beni de hayal kırıklığına uğrattı. Arkadaşım için en hayırlısını dilemekten başka bir şey gelmez elimden şuanda, verdiği karardan mutlu olsun diye diliyorum tüm kalbimle. En önemlisi de pişmanlıklar semtine uğramasın.





2 Kasım 2010 Salı

Bloguma Fırından Yeni Çıkmış Ödül

Adaşım Ayshenur blogumu One Lovely Blog Award ödülüme layık görmüş, kendisine çok teşeküür ediyor ve ödülümü yeni sahiplerine dağıtıyorum.



Ödülün kuralı gereği:
Ödülü kabul edin,ödül verenle blogunuzda bağlantı kurun.
Ödülünüzü ,15 blogçu arkadaşınızla paylaşın,genel bırakmayın.
Seçtiğiniz 15 blogçu arkadaşınızla iletişim kurun,seçilmiş olduklarını bildirin.

29 Ekim 2010 Cuma

O Zaman Şarkı Söylemek Lazım

Bugün bizimkilerle okulun iletişim bölümü karaoke partisine gittik. İlk defa karaoke denen olaya dahil olacağım için epey bir merakta ediyordum. Yer küçücük bir mekandı Alsancakta. Gel gör ki unutuğumuz bir şey vardı, o da karaoke barın çoğunun bizim okulun öğrencileriyle dolu olmasıydı. Netice itibariyle gelsin Demet Akalın'lar gitsin Serdar Ortaçlar. Şarkılar yabancıydık, melodilerede orda burda denk geldiğimiz kadar yakın. Popüler kültür buysa bundan biz bundan bi haberdik. Aksine bu halimizden pek de bir memnunduk.


Gelen bir kaç tip ise "Allahım sana geliyorum yarap" dememize neden oldu. Fake sarışın kızın leopar desenli taytı ve uzunluğunun en az 10 cm olarak düşündüğümüz ayakkabıları beni benden aldı. Yanındaki kızında aşağı kalır yanı yoktu ya neyse. Seksi olmakla seksi olmaya yırtınmak arasında fark bu olsa gerek. Kenan Doğulu gecenin en iyilerindendi, Teoman falan istemiştik ama nerde. Demet Akalıncı gençlik içinde heba oldu gitti Teoman şarkı isteklerimiz.

Bunların dışında kimimiz az ses kaybıyla, kimimizde çok ses kaybıyla mekandan ayrıldık. Maksat muhabbet olduğu için karaoke bahane, muhabbet şahane oldu bizim için.




23 Ekim 2010 Cumartesi

Bak Peline Peline


Herkesin olduğu kadar benim hayatımdan da gelen geçen Pelinler oldu. Bu Pelin diye tabir ettiklerim, aslında adı Ayşe, Fatma vesaire olabilen Nil Karaibrahimgil'in de deyişiyle dört ayağı üzerine düşen kızlar. İster şeytan tüyü deyin, ister ballı ama en önemli özellikleri hayatı boyunca çok şanslı olduklarıdır. Aşkta da kazanırlar kumarda da... Sana amorti bile çıkmazken, ona kazı kazandan ikramiyeler çıkar. Okeyde okeyler hep onu bulur, düşeşler hep onundur falan. Hatta küçüklükten itibaren cipsin içinden size hiç halt çıkmazken, küçüklükten ballı olan bu kızlara tasosu, oyuncağı, beleş kontörü bütün hepsi bunlara çıkar.

İşin ilginci bu kızlar çok da güzel değillerdir ama çok şanslıdırlar. Genelde hiç boşta kalmazlar. Her türlü nazları çekilir, gözlerinin içine bakılır, el üstünde tutulurlar falan. İlişkileri uzun sürer, baktı olmadı mı hemen vakit kaybetmeden başka birini buluverirler.

Bu da yetmezmiş gibi, okulda da başarılıdırlar. Hem deli gibi gezer tozarlar, hem de notları yüksektir. Ya da çoğu zaman sınırdan ne yapar eder, geçerler. Hiç bir dersten kaldıkları görülmemiştir.

Evet tam bu tariflere uyan 2, 3 tane tanıdığım insan var. İşin özü onlar birşey için fazla çabalamazlar, herşey ayaklarına gelir. Sizin de var mı böyle tanıdıklarınız, haydi duyayım sesleri =)



19 Ekim 2010 Salı

Yazı Mazı, Post Most


200 kişi oldu hatta geçti bile blogum. Yazdıklarımın beğenilmesi ve izlenmesi gerçekten güzel bir duygu. Hele de bunu küfür etmeden, özel hayatımı ifşa ederek değil, kendi üslubumca içimden geldiğince ama edebince yaptığımdan daha da mutlu oluyorum. En önemlisi de yazdıklarıma sahip çıkıyorum. Anonim olmamak bu yazılar bana ait diyebilmek de ayrı bir keyif.

Size dünkü yağmurdan bahsedeyim. Dünya biz sivri akıllılar Çağla, Begüm,ben ve Melih kapalı hava da gidilebilecek en son yer alan Forum Bornova'ya gittik. Ne akla hizmet yaptık bilmiyorum. Oradan da Buca'ya Çağlaların evine. Çağla'nın kedisi Şaşkın'ı mıncırdık. Cinsiyeti erkek olan Şaşkın'ın hemcinslerine olan düşmanlığı Melih'ten köşe bucak kaçmasına neden oldu. Kedicik korkudan evin en ücra köşesinde uyuyup kalmış. Dört kişi zor bulduk kediyi.

Dün de "Ejderha Dövmeli Kız"ı okumaya başladım. Genelde her yazarın üslubu sarmadığından ilk sayfalardan sarmadı mı asla devamını getiremem okumanın ama bu kitaba bayıldım. Sonra da filmini izlemek niyetindeyim. Bir de "Ateşle Oynayan Kız" varmış bu kitabın devamı niteliğinde o da fena olmasa gerek.

Şimdilik gelişmeler bunlar, sonra görüşmek üzere. (hasta luego)


16 Ekim 2010 Cumartesi

Şeytan Marka Giyer


Bugün evde film keyfi yaptım seçimim ise "Şeytan Marka Giyer" filminden yana oldu. Anne Hathaway ve Meryl Streep'in başrollerini paylaştığı filmde, patron ve asistan arasındaki ilişkiyi güzel bir dille ele almış.

Filmin konusu "Kavak Yelleri"nde Mine ve patronu Lerzan hanım arasındaki geçen diyalogla bire bir aynıydı. Sert bir patron ve emrinde canını okuduğu bir asistan. Filmde verilen en iyi mesaj ise eğer bir mesleği yapıyorsan ona tam anlamıyla hakim olmalısın. Her mesleğin gereklilikleri vardır, giyimden tut uygulamaya kadar. Ve de asıl amacın olan mesleği yapman da diğer iş alanlarını basamak olarak kullanabilirsin ancak o basamakta oyalanmak insanı çok da mutluluk etmez.


Bir zaman sonra yapmayı istediğin işi yapmalı insan. Bunların dışında oyuncuları açısından da başarılı bulduğum film. Hafta sonu için kafa yormayan ideal bir film sayılabilir yani. Bunun yanında modayı sevenler içinde her karesini pür dikkat seyredecekleri hoş bir film.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Saçma Sapan, Karman Çorman


İki haftadır tempolu bir şekilde sürüyor hayatım. Dersler başladı, ödevler bile verilmeye başlandı. Üzerine Radyo, Sinema ve Radyo bölümünden yandala başladım bu sene. Genelde giriş dersleri olduğundan benim için yeterli olduğunu düşünüyorum. Ama bunun için film dağarcığımı geliştirmek gerek ve sizden film tavsiyeleri bekliyorum.

Bunun dışında bu sene iki tane uygulama dersimiz var. Biri bilgisayar ve film çekim teknikleri üzerine. Microsoft Word ne nalet bir programdır, evdekiyle okuldaki versiyonlarda farklı olunca öğretilenleri uygulayana kadar bayağı bir efor sarfediyorum.

Az önce bir blog yazısı okudum. Konusu ihanete uğramış birinin hikayesi. Yapılan yorumlar ise beni benden aldı. Yorumlar çeşit çeşit. İşte "seven insan aldatır", "ilişkide olmazsa olmazdır ihanet", "istenmese de hep oluyor" falan filan. Eee güven bunun neresinde? Ya da nasıl ilişki yaşıyor bu insanlar. Her an aldatılırım ya da kendimi hakim olamam aldatırım korkusuyla mı yaşıyorlar. Afedilecek bir şey olarak görmüyorum, "bir gecelik bir şey" versiyonuna büründürülerek sevimli hale getirilmeye çalışılsa bile.

Son olarak resimdeki kişi ve objeler temsilidir, kime aitse hakkını helal etsin. Adios, hasta luego (henüz iki kelime İspanyolca öğrenen kızın görgüsüzlüğü part 1 ) 



10 Ekim 2010 Pazar

İlgincim, İlginçsin, İlginç

Smge beni mimlerde ben hiç yazmaz mıyım hiç! Konumuz hayatımızda karşılaştığımız yedi ilginç şey ya da önemli şey. Ben 7 tane ilginç şeyi yazmakta karar kıldım. Tekrardan sağol Smgecim.


Öncelikli hayatımda ilginç olay şeylerden biri, benim bile adapta olmakta zorlandığım teknolojiye, ailemin hatta sülalemin bende daha çabuk uyum sağlayabilmesi. Ailem her yerdeler, Facebook, Twitter, blog, Msn ve benim dahil olmadığım bazı yerler.Allah'tan hem annemle hem de babamla ebeveynden çok dost olduğum için hiç bir sıkıntı yaşamıyorum. Rahatım yani, çekincem falan yok hiç. Teknolojik aletlere olan uyumları da beni benden almakta. Örneğin bana durmadan telden mesaj atan bir annem var, Facebook'ta da dürten babam. Bunun yanında fotoğraf ve video çekmenin yanı sıra bunların kurgusunda da benden çok daha yetenekli babam aynı zamanda. İleride ben anne baba, onlarsa benim çocuklarım olacaklar bu gidişle.

Bunun dışında bir arkadaşım var liseden. Lise 2'de aynı dersanede, son sınıfta aynı sınıftaydık hem dersane hem de okulda. Aynı mahallede oturmamızda cabasıydı. Telefona da her daim dip dibe olmamızdan dolayı; 7/24'lük Günce diye kaydetmiştim kendisini. Sanki olacaklar içime doğmuş gibi. Üniversite sınavları geldi çattı. Bu kez birbirimizden bir haber tercih yaptık. Sonuçlar açıklandığında öğrendik ki ikimizde aynı üniversiteyi kazanmışız. Felek yine ağlarını örmüş anlayacağınız. Koca okulda üç kişi vardı bizim okulu kazanan ikiside zaten bizdik. Hala da çok sık görüşüyoruz. Planlasak bu kadar dip dibe düşmezdik, hayat çok ilginç hakikatten.

Online ortamda hayatıma salça olanlar gerçek hayatta yoklar. Kısmetim internet ortamında daha açık yani ama onlardan da bir cacık olmaz biliyorum. 

Gerçek hayatta tüm arıza erkeklerin beni bulması da ayrı bir ilginçlik. Hayır en azından uzun bir süre hayatımda tutunabilen birileri olsa.

Maşallah diyerek bir de her zaman dört ayağımın üzerine düşmem de bana ilginç geliyor. İşlerim çoğu zaman rast gidiyor.

Lisede ise İzmire olan üniversite gezisinde Ege Üniversitesi'ne gidemememiz ve kendimizi vakit geçsin diye şuan okuduğum üniversitede bulmamız. Şu anki rüya gibi olan kampüste değiliz tabii o zamanlar. Fabrikada bozma iğrenç bir binada eğitim görmekte öğrenciler. Video izletmişlerdi ve "bu üniversitede kim okur yeaa hem de para veriyolar" diye büyük konuşup, daha sonra da soluğu aynı üniversite aldım. Ama şimdi hiç pişman değilim, okulumu seviyorum o ayrı.

Hayatımda sevdiğim insanlara bir türlü kızamıyorum, hep alttan almak zorunda kalıyorum. Ve hayır demeyi pek de beceremiyorum onlara. Ben cidden ilginç bir insanım,acaba ben niye böyleyim? 



5 Ekim 2010 Salı

Dost Dost Diye Nicelerine Sığındım

Size de mutlaka olmuştur. Dost diye benimsediğiniz insan, aynı yemeyi paylaştığınız, aynı yatakta uyuduğunuz, beraber şişe çevirme oynayıp birbirinize sırlarınızı gönül rahatlığıyla açtığınız arkadaş öte gördüğünüz dostlarınız.


Birde bunları dost sandıklarınızla da yaşarsınız. Başıma ilk defa değil, tam dört kez geldi bu olay. Ortada hiçbir sebep yokken, birden o kişiden soğuma bir zaman sonra sadece hal hatır sorma daha da sonra tamamen birbirimizden kopma ve haberini ortak arkadaşlardan alma. Ya okullar ayrılır, iller ayrılır kısaca araya mesafeler girer ya da dost diye tabir ettiğiniz kişi sizi yerinizi başka biriyle doldurma çoktan yeğlemiş sizi oyundan çok çıkartmıştır bile.

Bu sefer yalnızca benim başıma gelmemesi "ben nerde yanlış yaptım?" sorusu kendime yöneltmeme neden olmadı. Ben hiçbir şey yapmamıştım, hadi ben yaptım diyelim, üç kişi birden hatalı olamazdık ya. Tek üzüldüğümüz şey ise biz bu kişinin dostluğuna inanmışken, bu kişinin iki sene boyunca çok iyi dost rolünü oynamasıydı. Rol diyorum çünkü sonuna kadar samimiyetine inandığım(ız) bu kişi, bugün hiçbir sebep yokken bir "günaydın"ı bile çok görüyorsa iki sene boyunca dost rolü yapmaktan ötesine geçememiştir bana göre. Üzülüyor muyum diye sorarsanız hayır çünkü biliyorum o kişiye benden daha çok değerler vardı aramızda. Onlar daha da şaşkın ve üzgün bu duruma. Bundan sonra tek isteğim ise aynı yanılgıya bir daha düşmemek en azından uzunca bir süre. Kaybetmenin tek iyi yönü ise, elimizdekilerinin kıymetini daha da iyi anlamak.


2 Ekim 2010 Cumartesi

Hastayım Hasta, Canım İster Pasta



Mevsim değişikliği beni de fena halde vurdu. Burnum akıyor ve boğazlarım acıyor yani kısacası fenalardayım! Babamın 2 gün önce grip aşısı ol uyarısına "bir şey olmaz bana yeaa!" diyen bana kapak oldu bu hastalık. Başımı kaldıramaz oldum, ilaçlardan. Dün liseden arkadaşlarımla fink atarken yamuldum, itiraf ediyorum. Kendime geleyim uzun uzun yazmak niyetindeyim. Şimdilik hoşçakalın.





26 Eylül 2010 Pazar

Sen Alırsın Ben Bakarım, Para Harcarsam Ben Yanarım

Bugün Günce adlı arkadaşımla buluştuk. Onun amacı alışveriş benim amacım ise bir arkadaşıma hediye almaktı. Annem tarafından gitmeden önce yeteri miktarda alışveriş yapmamam ve her şeyim olduğu konusunda (herşeyin ölçüsü nedir ki!) şartlandırılarak buluşma yerine yollandım.

Hediyeyi daha önce düşünüp araştırdığım için karar vermekte pek de zorlanmadım. Size de tavsiye ederim. Elinizin altında internet gibi cevher varken, sosyal forumlarda insanların görüşlerinden faydalanarak en uygun hediyeyi alabilirsin. Arkadaşım enstrüman (ney) çaldığı için arşivinde bulunması gereken (belki de vardır bilmiyorum ama ) bir albüm satın aldım ve beğeneceğini umut ediyorum. Aklıma tişört geldi ilk önce ama sonra düşündüm ki sevmediği bir renk alırsam yada hoşlanmadığı tarzda birşey kendi giymek mecburiyetinde hissetmesin. Çocuğa hediye vericem diye zulüm yapmaya gerek yok. Hediyenin iyisi kötüsü de olur ne yazık ki. İyi olduğunu ise fiyatı değil, aldığın kişinin ilgi alanına ve beğenisine ne kadar uygun olduğu belirler benim gözümde.


Her neyse koca gün boyunca arkadaşım bir şeyler buldu. Sürekli denedi ve ben de bekledim. Üstüne üstlük gezerken yanımızdan arkadaşımın ayrıldığı en son sevgilisi yeni kız arkadaşıyla el ele geçince, arkadaşımın alışveriş duyguları daha da kamçılandı ve dükkanlarda heba olmak kaçınılmazdı artık. Tam kendimizi kaybetme esnasında bende bir yüzüğe aşık oldum ve kendime engel olamadım aldım (tamamen ileride pişmanlık yaşamamak adına). Sonuç olarak yorgun argın evime döndüm. Yarında okulum açılıyor, bana başarılar dileyin.