29 Haziran 2012 Cuma

Yola Çıkış / Ödül Macerası Part 1


Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi geçtiğimiz günlerde TÜHİD'in İstanbul'da (Harbiye Askeri Müzesi) gerçekleştirdiği Altın Pusula ödül törenine çalışma grubumla (ben hariç 3 kız) beraber katıldık.

Pazartesi yola dökülmekle başlayan maceramız, Çarşamba İzmir topraklarına varana kadar sürdü. Onca çabamıza rağmen okulumuz yolculuk masraflarımızı karşılamadığı (!) için epey bir yoğun ve yorucu bir yolculuk oldu. (Halbuki artık mezun olduğumuz bu günlerde yapacakları bu kıyak, hayatımız boyunca unutamadığımız en baba kıyaklar kategorisinde en başı çekebilirdi.) Farkındaysanız yazarken seyahat yerine yolculuk dedim, çünkü yolculuk tabiri daha bir yorucu ve sergüzeşt geliyor kulağa yani bizim durumumuza daha bir uygun.

Pazartesi günü ise ilk kez İdobüs denen gerçekle tanıştım. Hızlı, ekonomik ve bir o kadar da eziyetli denebilecek türden bir yolculuk oldu bizim için. İzmir'den İstanbul'a tam 6 buçuk saat gitmeyi vaad edip, verdiği sözü tutması takdire şayan. Ama 6 buçuk saat boyunca mola vermemesi, benim gibi alışkın olmayan bünyelere zeval verebilir benden söylemesi. Aslında İzmir'den yola çıkarken başlamıştı koşullanmalar. Her ne kadar otobüs şirketiyle ortaklık dahilinde bulunsa da aynı otobüs şirketinin servisine binilmesine izin verilmiyor. Kendi imkanlarımızla otogara gidecekmişiz! Zaten imkanım olsa size niye tenezzül edeyim ki ben. Paşalar gibi binerim arabama ya da bıraktırırım birilerine olay biter. Evimin otobüs yazıhanelerinin dibinde olması birinci kuralı delmeme yetti bile. Servise atladım ve garaja gittim. Ardından beş saat boyunca molasız yolculuk oldu bizi bekleyen. Ekonomik tur olduğu kadar ekonomik insanlar için düzenlenmiş bir yolculuk uygulaması. Az su iç, hiç tuvalete gitme, (tuvalete gidebilir miyim dediğimde muavin sırıtarak git tabi de dönüşte bizi burada bulamayabilirsin dedi!) çay, nescafe, topkeki ise hakketmeniz zaten mümkün değil. Allahtan yanıma zor günlerim için sakladığım çubuk krakerlerim vardı da guruldayan karınlarımızı o sayede yatıştırdık.

Önceden tecrübeleri olanlar yolluk koymuşlar yanlarına. Keklerini, poğaçalarını, sarmalarını, meyvelerini almış da öyle gelmişler. Bize de otobüs sakinlerinin küçük çaplı gerçekleştirdikleri yerli malı tadındaki doyma şölenlerine seyirci olmak kaldı. Bizde elimizde tek yiyecek olan çubuk krakerlerimizle gerek sigara yaparak, gerekse ağzımıza sığdırmaya çalışarak eğlendik kendi çapımızda.

Otobüsler tiplerse klasikti, bebekleri olan sevimli iki genç çift, yolculuk boyunca sürekli yanındaki koltuğun boşluğundan faydalanarak ayakkabılarını çıkarıp uzanan daha sonra kalkan ve bunu yol boyunca defalarca tekrarlayan klasik kısa saçlı, balık etli, gözlüklü emekli teyze, öğrenci oldukları her halinden belli olan tipler.

Ardından İdobüs'ün İdo kısmıyla tanıştık. Otobüsten inerek gene apar topar junior ido'muza bindik. Ebat olarak ufak olan ido rüzgar esse sallandığından başta epey bir tırssakta daha sonra bu duruma alıştık. Bir buçuk saat süren İdo yolculuğumuzun ardından ise artık İstanbul'daydık. Sonra başımıza neler mi geldi?

Devamı gelecek.. 


24 Haziran 2012 Pazar

Güler misin, Ağlar mısın?


Bu aralar farklı ruh halleri içerisinde geziyorum. 2-3 haftadır sürekli birşeyler oluyor. Tam seviniyorum sonra üzülüyorum ya da tam tersi oluyor. Okul balom beklediğimden de güzel geçti. Okulda ise mezun olur ayak durumlar farklı oldu. Ancak bir dersten yüksek not beklerken tam sınırdan geçmişim. Normalde kafaya takmazdım ama işin ucunda yüksek lisansı ucundan kaçırmak olunca kafaya taktım ister istemez. Nasıl olur bu falan derken vize notumun not hesabına geçmediğini öğrendim. Sıcaklarda 2 gün okula mekik dokudum ve hata anlaşıldı, düzeltildi. 

İşe başvurdum (geçmiş yazılarımda bulabilirsiniz) ancak iş yarı zamanlıdan tam zamanlıya dönünce şartlar uymadı ve bıraktım. Başlamadan  iş hikayem de bitti böylece. Ardından önceden başvurduğum Çaylaklar Kampı'na kabul edildim ve tam sevindim derken, bu kez kep töreniyle çakıştı ve o ihtimal de suya düştü. İki gün önce de grup arkadaşlarımla beraber katıldığımız, "İstanbul Markasını Sosyal ve Dijital Medyada Yönetmek" konusuyla TÜHİD'in (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği) bu seneki yarışmasının sonucu belli oldu. (Bknz: Yapım Aşaması) Ön elemeden geçerek Salı günkü ödül törenine gideceğimizi öğrendim. Yarın da tören için İstanbul'a gidiyoruz. Bakalım neler olacak..

Takibimde kalın.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Elveda Çaylaklar Kampı


Mezuniyetin son demlerini yaşıyorum bu ara. Geriye ise mezuniyet balosu ve kep töreni kaldı. Canım okulum kep törenini öyle bir tarihe koymuş ki başvurduğum Çaylaklar Kampı'na kabul edilmeme rağmen tarihler çakıştığı için gidemiyorum. Başta bunu bilmeyerek epey bir sevinmiştim. İstanbul'daki büyük ajanslardan gelecek reklamcılardan on gün boyunca ücretsiz eğitim almak birçok reklamcı adayı gibi benim de hayalimdi. Hevesim kursağımda kaldı. Hoş bu aralar hep bir şeyler kursağımda kalıyor ya. 

Yarında mezuniyet gecesi var. Elbise, ayakkabı, çanta ve aksesuarlar alındı. Kavalyem zaten dünden hazır. Hakkımızda hayırlısı :)




9 Haziran 2012 Cumartesi

Böyle Bir Marka Var Bir de


Monocache'den daha önce sizlere bahsetmiştim sizlere. Geçen gün artık üretime geçirdikleri yeni tişörtler ve çantalar elime geçti. Hemen fotoğraflara yer vermeliyim dedim. Tişört'ün kendi tasarım olan kutusu, yanında verilen Monocache kartlar ve tohumları ise beni epey bir şaşırttı. Adamlar cidden uğraşmışlar ya dedirtti bana. Hele bir de bez çantaları var ki benim için biçilmiş kaftan. En sağdaki tişörtse benim favorim.

1 Haziran 2012 Cuma

Oğlum Bi Bit!


Final haftasının verdiği sıkıntı hallerindeyim bu ara. Haftasonu olan Açıköğretim sınavları da depresyonuma bir depresyon daha ekledi. Sınavlarım bitti ama geriye en önemli olan final sunumu kaldı. Yani bitirme projemizin final sunumu. Aslında henüz pek de bir şey bitmiş sayılmaz. Önümüzdeki hafta  okulumuzun konferans salonunda gerçekleşecek, müşteri, hocalar, bölüm dekanı ve diğer öğrencilere karşı yapacağımız sunum fikrini bile düşünmek bana yetiyor. Final projesinin konusu süt olunca, bu kez yaratıcılık konusunda farklı bir yol izlemek gerekti. Projede ünlü kullanılması gerekince nasıl yapsak ünlüyü nasıl versek diye düşünürken, "-mış" gibi yapmakta bulduk çareyi. Ünlü bizim ayağımıza gelmesse, biz kendi ünlümüzü yaratırız o halde diyerek sıvadık kolları.

Ortaya içimize sinen reklam filmi çıkarken, görsellerimizi de konseptimize uydurarak pek de çukella bir proje hazırladık. İlerleyen günlerde sunum videomuzun linkini bu kez paylaşıcam sizlerle. Blogumda ilk kez! Takipte kalın!

Okul telaşesi dışında gündemin gerisinde de kalmak olmazdı tabi. Geçtiğimiz hafta Eurovision şarkı yarışmasında Can Bonomo'nun ilk 5'e girememesine içten içe üzülürken, Miss Turkey'de ilk dörde seçilen kızlara her türk kızı ben de bunlar güzelse bende Leydi Diana'yım diyerek çamur attım.

Bu hafta gelişmeler şimdilik bu kadar, nefes alabildiğim diğer anımda ise kaldığım yerden yazmaya aynen devam.