31 Ocak 2010 Pazar

Çetin Hava Şartlarına Rağmen Gezentilik

Bugün Begüm,Banu, Derya ve ben yemek yemek ve kahve içmek (kısaca sadece tüketmek) amaçlı buluştuk. Havanın soğukluğundan dolayı kendimize Konak Pier'e zar zor atmış bulunduk. Napalım ne edelim, kalorinin en babasını alalım dedik. Ve neticede kendimizi Burger King'de bulduk. Herkes bizim gibi düşünmüş olmalı ki hiç boş yer yoktu ve kendimizi dışarıdaki masalara zar zor attık. Bir yandan tepeden kafamıza damlayan yağmur damlaları eşliğinde yemeğimizi yedik. (hiçbir şey o an yememizi engelleyemezdi)

Daha sonra da oradan kalktık ve kahve içmek için bir yere oturduk. Eğlence gırla tabii! Dedikodular hat safhada.  Fotoğraf çekindik ve çektirdik. (çeken kurban garsondu)  Son olarak da vitrinlere baktık, dolaştık falan.

Netice itibariyle güzel bir gün geçirdik ve gelecek buluşma sabırsızlıkla gözlenmekte.

30 Ocak 2010 Cumartesi

The Şeylerim

"Bakkal " blogunun yazarı Ayşegül herkesin "the seyleri"ni fotoğraflayıp ona göndermenizi istiyor. Ben de durur muyum hemen çektim. Bakınız üst resim.

Sizde "the seyler"inizi paylaşmak istiyorsanız

http://fotografmakinamnerde.blogspot.com/ => Ayşegül'ün bloguna bir tıkk..

28 Ocak 2010 Perşembe

Kendim'ce Birşeyler Karalama'ca


- Final haftam malum olduğu üzere yarında Reklamcılık dersinin sınavı var, bir sürü şey ezberledim neyin neye ait olduğunu ayırt edememeksizin, daha da çalışmam lazım. Ama bir yandan "Aşkı Memnu" merakımda dallanıp budaklanmakta.

- Hande arayıp ne zaman Bandırma'ya geliyorsun diye sorup duruyor. Kadir'le (erkek arkadaşı) beraber seni bekliyoruz, gel de kar topu oynayalım falan. Her yerde kar varken İzmir'de öyle bir ihtimal olmaması da can sıkıcı. Herkes özellikle de İstanbul'da okuyan arkadaşlar karda yuvarlanırken fotolarını koymuşlar Facebook'a, blogger arkadaşlarında bloglarında kar üzerinde döktüğü methiyeler de cabası.

- Sınav haftası bir halt bilmiyorum deyip de sınava gelerek, sınav sonucunda ise 90-100 çakanlara nasıl sinir oluyorum anlatamam! Hangi duygularını tatmin ediyorlar böyle davranarak bilemiyorum.

- İnternette bir çanta beğendim, Nostaljik kaset çantalarından. Nora ve Hesionka'da almışlar memnunlarmış. Alabilirim onu her an.


24 Ocak 2010 Pazar

Mim Nerdeysen Çık Dışarı


Hem güneşin oğlu, hem de Kısaca Fd bana "Yaratıcı Blog Ödülünü" layık görmüşler sağ olsunlar . Şimdi de asli görevlere geldi sıra. Öncelikle yedi maddeyle ilginç yönlerim anlatmam istenmiş ve hemen başlıyorum.

1) Garip bir psikolojim var. Bir iyiyim bir kötü. Şuan mesela üzerinde garip bir mutluluk hali var. Gayet anlamsız. Normalde sınav haftasına girmeden agresif yapımla çevreme kök söktürürüm ama bu sefer pek bir relaksım, Allah bozmasın maşallah de!

2) Şeytan tüyü denilen şeyin bende de mevcut olduğunu düşünmeye başladım bu aralar. Beklemediğim insanlardan yakınlık görmek ve beni sevmeye başladıklarını farketmek. Enterasan bir duygu.

3) Sürekli yiyen bir bünyemi de ilginçlik olarak saymassam olmaz. Burger King'de geçen haftamın 3 günü bir kilo felaketinin habercisi gibi. Yiyipte şişmemek anca bu kadar suistimal edilebilirdi heralde.

4) Bazen insanlara sevgi dolu bakarken, bazen de acaip gıcık kapabiliyorum. Ama genelde dost ve aile de değilde sokakta yanımda yürüyen kadına falan mesela, durup dururken takabiliyorum..

5) İnternet ortamında ilişki durumu belirtenlere buna acaip bir antipatim var. Anlamda veremiyorum, bana ne kardeşim "ilişkinin olmaması" durumundan bir de bunları beğenenler falan var bir de işte onlar tam ifritlik

6) Blog yazmak bazen eğlenceli geliyor bazen de vazife gibi görüp, zorunluluktan yazar gibiyim. Neden acaba?

7) Son olarak da şu hayatta normal ölçülerinde bir insan olmadığı kanısındayım. O yüzden kendimi yadırmıyorum, kendimi seviyorum.


Bu yedili mimlendiniz canım siz.

Ödül için yapılması gerekenler;

Sizi ödüllendirene teşekkür edin.

*Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
*Ödülün logosunu yayınlayın.
*7 yaratıcı blogger ödüllendirin.
*7 blogun linkini yayınlayın.(En zoru bu zaten)
*Ödüllendirdiklerinizi haberdar edin.
*Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın..

21 Ocak 2010 Perşembe

Fenalardayım

Final haftası yaklaştıkça günlük gıda tüketimimde gittikçe artmakta ve her geçen gün artan öğün sayısındaki meydana gelen artış da gittikçe beni endişelendirmekte.

Ders çalışmak dışında her şeyi yapabilitem var; temizlik olsun, salak salak nette gezmek olsun, telefonda arkadaşlarla konuşmak olsun, abuk subuk dizileri izlemek olsun.

Sözde final öncesi tatili ama vicdanımla savaşma haftası mübarek. Sol omzuma şeytan çömmüş "Daha 4 gün daha var ya rahat çalışırsın, kasma hiç kendini" diyor, sağ omzumdaki melaikede "Otur da çalış safaloz, miskin miskin dolaşma etrafta" diyor. Hangisine kulak vereyim şaşırdım.

İlham perisi gelse ya! Gerçi ders için gelene de peri demem ki ben, peri güzel bir şey çünkü ya.



18 Ocak 2010 Pazartesi

Misafir Oyuncu Kankuşun Blogunda Yazar Oldu


Kimsin sen diye soranlar olursa ki şayet aranızdan cevabım hazır arkadaşlar. Malum o uzak mesafelerin derdini özlemini çeken insan benim. Begüm ben. Şu an tamamiyle blog hevesimi gideriyorum.Yani o yüzden konuk oyuncuyum.Şuan kankuşum bizde kalıyor,malum sınav haftası ama biz hiç de oralı değiliz.

Oralıyız gerçi yakınlarından geçiyoruz konunun ama kaptıramıyoruz kendimizi. Politika çalışmamız lazım ama yok olmuyo,olmadı mı olmuyor. Yapılacak bin ton eğlenceli iş varken ders çalışmaktan bize ne! Neyse ben kaçtım Ayşenur'un güzel blog arkadaşları. Hevesimi de aldım, belki bir gün bende katılırım aranıza. Şimdi ben eğer tembelliğimi bir kenara bırakırsam politika çalışacağız. Herkese sevgiler.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Her Veda Bir Kavuşmanın Habercisidir

Uzakta sevgilisi olanlara ithafen karalıyorum (en başta kankuşuma). Zordur uzakta sevdiğinin olması, ama bir yandan da iyidir. Neden derseniz, karşındakinin daha kıymetini bilirsin, yanyana olduğunuz her dakika o kadar değerlidir ki o anlara paha biçilemez. Oysa sevdiği insan her daim yanıbaşında olan sevdiğinin kıymetini o kadar fazla bilemez, bunu anlayamaz da.

Sevdiği insanın elini tatmanın, kokusunun en önemlisi de gözlerinin içine bakmanın, uzakta sevdiği olanlara göre ne kadar lüks olduğunu bilemezler. Acı ve tatlı arasında gel gittedir sevgilisi uzakta olan insanın. Psikolojisi değişkendir. Mesafe aşklarını sınayan büyük bir sınavdır onlar için. Her kavuşma anı hayatının en tatlı anlarıdır çünkü her saniyesi çok önceden dakikalarca hatta belkide saatlerce planlanmıştır.

Ayrılık zamanı geldiğinde ise acının en büyüğünü yaşarlar. Saat kadranlarıyla dost iken birden düşman olurverirler ayrılık vakti yaklaştıkça.

Kocaman bir boşluk kalır gidenin ardından artık geriye. Kısa sürede beraber yapılmasını düşünülen kaçta kaçı yapılabilmiştir acaba. En üzücü olan ikinci şey ise sevgilin uzaktayken el ele olan çiftleri görmeleridir hiç kuşkusuz. O an hayattın sana haksızlık yaptığını düşünürler ve çok çaresiz ve de yanlız hissedersin kendilerini. Her kavuşma da ise büyük bir gururla tutarak gezerler sevgilinin elini etraftaki çiftlerden öc alırcasına.

Sonuç olarak mesafelere rağmen, sevgiden ve sevgilisinden vazgeçmeyen insanlara çok büyük saygı duyarım ben. Çünkü onların her türlü engele rağmen kocaman aşkı sırtlayan koskocaman kalpleri vardır.


14 Ocak 2010 Perşembe

1. Güneş Işığı Ödülleri Sahiplerini Buldu

güneşin oğlu dostum beni kendi adına layık olarak "güneş ışığı ödülü"nü layık görmüş. Buradan teşekürrü ona bir borç bilirim. Gelelim benim ödüllerime;


İlk ödülüm fund'uma o benim tabirimle; hayatını dolu dolu yaşamayı seven, arkadaşlarına deli gibi bağlı, bir o kadar fotojenik ve blog aleminde tanıdığım en renkli kişi. Ayrıca benim gibi beyaz atlı prensini bulacağına dair her daim inancı var.

İkinci ödülüm ise blogumun yeni müptelası olan Yiğit'e, sağolsun yorumlarıyla beni hiç yalnız bırakmıyor. Blogundan anladığım kadarıyla içinden geldiği gibi karalayan, hiçbir şey yazasım yok deyip aksine gerçekten yazası çok olan, eğlenceli bir arkadaş.

Üçüncü ödülüm, ilk blog takipçilerimden olan ve halada beni yalnız bırakmayan, düşüncelerimizin bağdaşlaştığı arkadaşım Kısaca F.D.'ye gelsin.

Dördüncü ödülüm ise Hesionka'ya gelsin. Çünkü Hesi çok hamarat, tarz sahibi, iyi bir blog yazarı, becerikli bir grafik tasarımcısı, hem de becerikli bir ev hanımı. Böylesi özellikler bir araya zor gelir.

Beşincisi ise, asi güzel Yılsev'e gelsin. Onunda yazılarını zevkle takip ediyorum. En çok da ruh halini yazdıklarına yansıtmasını seviyorum.

Ödüllerim şimdilik bu kadar. Alanları da tebrik ediyorum. Bir sonraki ödül gününde görüşmek dileklerimle.



13 Ocak 2010 Çarşamba

Hayat Beni Neden Yoruyorsun


Canım blogcan, bu aralar hiç yazasım yok. Bitap düştüm iki gündür zaten. Dünden beri yapılanlar: rapor yazmaca, hayatımda ilk defa fasıla gitmece orada da 2 tek atmaca, kurtları dökmece, elbiseme nazar değmesiyle bir parçasının kopması ve o parçanın elbisenin neresinden koptuğuna hala anlam verememece, para almak için musallat olan kemancıyı baştan savmaca ve bu sabahta onca hır gürden sonra 8'de zar zor kalkıp derse gitmece, öğleden sonra sunum sunmaca, bir arkadaşla buluşup çay, kahve içmece...

Ve nihayetinde eve geldim rahatlamış bir vaziyette, amaçsızca. (yapılacakları göz ardı ediyorum tabii)

Finallerde çok yaklaştı.Başlayacak gene sıkıntı, daraltı, bunalımlar ve uzun zamandır gözlenen sömestr gelecek ardından. O güne kadar da rahat yok zaten bana anlaşıldı.




10 Ocak 2010 Pazar

Kaptan Enabir Can'la Bir Gün


Bugün fotoğrafçılık dersi için (Körfez vapurları projesi)
Konak- Bostanlı arasında mekik dokudum Begüm'le beraber.

Onca yağmur rüzgara rağmen birçok güzel kare yakaladık
bugüne dair.

(vapurumuzun adı Enabir Can'dı. Tikkylikte son nokta.)

9 Ocak 2010 Cumartesi

2 Dil, 1 Bavul

Geçen hafta izledim "2 Dil, 1 Bavul" filmini ve öğretmenlik mesleğine bir kez daha gıpta ettim. (bir öğretmen kızı olarak)


Filmde Muş'a tayini çıkan Denizli'li bir öğretmenin öğretmek adına verdiği büyük mücadeleyi anlatıyor. Mücadele diyorum çünkü bir yandan da Türkçe bilmeyen kürt öğrenciler, bir yandan kürtçeden tek kelime anlamayan bir öğretmen. Ama (Emre) öğretmen elbette ki yılmıyor. Bütün sene boyunca didiniyor ve hem konuşmayı hem de yazıp,okumayı öğretiyor Muş'lu çocuklara.

Çekimler her ne kadar basit olsa da (ayrıca belgesel tarzında) filmi izlerken insan kendini sınıftan bir öğrenci gibi hissediyor.. Hala izlemeyen varsa şiddetle tavsiye edilir.

Sonunda Bende Twitter'landım

Twitter'landım bende şekerim. Trend buysa takip etmek lazım bir iletişimci olarak.

İlk zamanlar anlam veremedim, ne saçma sapan birşey falan diye. Daha sonra ortaya bir cümle attım gerisi geldi zaten. Karşılıklı olarak arkadaşlarımla birçok konu hakkında paslaşmak benimde hoşuma gitmeye başladı. Hele ki aralarında blog arkadaşlarım da olunca epey sevdim ben bu işi. Bizim gibi ünsüzlerin yanında ünlüler arasında da çok trendmiş. Özellikle de verdikleri her marka adına dünyanın paralarını alıyorlarmış.(sanki çok ihtiyaçları varmış gibi ) Facebook gibi tutar mı bilmem ama ağda çok kişi olunca sayfanın hata vermesi biraz sinir bozucu, inşallah düzelir ileriki günlerde


Uzatmaya gerek yok,
http://twitter.com/aysa_home => adresinden beni following edebilirsiniz.


7 Ocak 2010 Perşembe

Nerede Eski Aşk Mektupları?



Teknoloji hayatın her yerinde malum. Hatta öyle ki ilişkilerin de can damarını oluşturmakta.

Eskiden daha fazla emek varmış, hisler,duygular daha ağır basarmış.

Mektuplar varmış örneğin. El emeği göz nuru. Her kelimenin ellerle nakış gibi kağıda işlendiği. En önemlisi de somutmuş. Alıp okuyabildiğin, koklayabildiğin. Sevdiğin adamın/kadının teni değmiş daha ötesi var mı!

Yalnızca o değil elbette! Bir de ayrılık sonrası "al mektuplarımı ver mektuplarımı" durumu varmış. Öyle de değerliymiş bu mektuplar, demek ki saklanırmış yeri geldiğinde istendiğine göre.

Şimdiye baktığında herşey smslerde, Msnde, Skype'da. Her şey bir delete'in ucunda. Hiç bir hissedilebilirliği yok. Telefondaki mesajlar örneğin, simkart suya mı düştü mü gitti tüm yazışmalar ve onca "seni seviyorum"umlar. Bir de bilgisayar ortamı var tabii. Bilgisayar çöktü mü onca kaydedilen sohbetler artık hak getire.

Demem o ki oturup mektup yazacak halimiz yok elbette ama arada şöyle elle yazılmış notlar hoş olmaz mı, varsın söylemek zor gelsin sen gene de ellerinle emek harca kağıda dök onları. Bir kez olsa dahi yapmalı bunu!

4 Ocak 2010 Pazartesi

Kanal(i)zasyon

Bugün Begüm'le oturup Okan Bayülgen'in Kanal(i)zasyon filmini izledik. Film günümüz televizyon programlarını yerden yere vurmakla kalmamış ve reyting uğruna kanalların ne kadar dibe vurabileceklerini de iyi bir şekilde ele almış.

"Kim 500 milyar ister" i ; "Kim 500 tokat ister?"
"Yemekteyiz"i : "Tuvalleteyiz"
"Var Mısın Yok Musun" formatına "Evlen Benimle" yide katarak "Boş Musun Dolu Musun?"

Çeşitli yetenek programlarından esinlerek "Hayvanım Olur Musun?" gibi birçok program formatlarına çevirerek televizyon programlarını oldukça başarılı bir şekilde tiye almış. Eğlenceli bir film mutlaka izleyin!

Televizyon programlarına bir de Okan Beyülgen'in gözünden bakmayı deneyin bir de. 




3 Ocak 2010 Pazar

Yılın İlk Hadiseleri


2010'un ilk günlerine dair izlenimlerim işte bunlar;

*Yılın ilk alışveriş siftası: Perşembeden beri kafama taktığım elbiseyi aldım sonunda. 2010'un ilk kıyafet siftasına da böylece yapmış bulundum. Tabii 2010'un ilk esnaf ağzını da yapmış bulundum "En son kaç olur yani şimdi bu elbise?"

Bu arada merak edenlere aldığım dükkan Küçükpark "Cadı Kazanı" ayrıca yanında hediye çanta da verdiler. Ben memnun esnaf memnun ayrıldım dükkandan.  (bakınız elbise yanda, marka: Clandestino)

* Yılın ilk laf yemesi: Yolda seyar birşeyler satan şoptikten yılın ilk lafını yedim. Bluzumun üzerinde yazan "love" yazısına karşı yazıldığı gibi okuyarak "bende seni love" demesi, beni o an bitirdi..

* Yılın ilk face sapığı : Okuldan Onur adlı bir çocuk msj atmış okulda seni hep görüyorum tanışmak istiyorum seninle falan diye. Ama çocuğu da ömrü hayatımda görmemişim yani. Böylece yılın ilk sapığına sanal ortamda da olsa rastlamış bulundum.




Bu akşam Kanal D'de olan "P.S. I Love You" izledim, izlerken de ağlamaktan öldüm.

Daha önce sinema izlemiştim gerçi ama sinemanın verdiği kasıntılık, ulu orta salya sümük ağlayamama durumu da olunca haliyle insan sıkıyor insan kendin.. Ama ev öyle mi ya istediğin kadar al, al eline tuvalet kağıdını sümkür sümkürebildiğin kadar. Oh be! Ama flimde de ağlayamayanı döverler herhalde.Var mı böyle aşk, sevgi gerçek hayatta diye insan sormadan edemiyor kendine. Var mı dünyada öleceğini bile bile karşısındakini kendinden bile daha fazla düşünen birileri.

Sadece seni sen olduğu için seven, her türlü engele rağmen senden, sizden vazgeçmeyen birisi. Acaba yeryüzünde gerçekten var mı öyle birileri?

1 Ocak 2010 Cuma

Bir Şeyler Yapmak Lazım



2010'un ilk gününde yani koca bir yılı tamamen geride bırakmışken artık harekete geçmek gerektiğini düşünüyorum.

Ertelenen şeyler yavaş yavaş gerçekmeli,
Peki nedir bunlar;


1- Kendimi toparlayıp derslere artık yavaş yavaş adapte olmanın zamanı geldi de geçiyor Yapılacak ödevler, yazılacak raporlar, sunumlar ve temize geçirilmesi gerekn ders notları halledilmeli bir an önce.

2- İzlenmesi gereken güzel filmler, okunması gerekenler kitaplar artık yavaş yavaş listenmeli ve okunmaya başlanmalı.

3- Uzun zamandır özlenen dostlar aranmalı, hasret giderilmeli.

4- 15 tatil için para biriktirmeli, İstanbul bizi bekler.

5- Son olarak blogla ilgilenilmeli ve ihmal edilmemeli.