22 Şubat 2015 Pazar

Fikrimühim Ürün Deneyimi: Nestle Köpüklü Coffee Mate


Daha önce yazdığım şu yazımda Fikrimühim sayesinde yaşadığım Coffee Mate deneyimimden sizlere bahsetmiştim. Zaten daha önce Coffee Mate'i kahvemi yumuşatmak için kullanıyorum. Ancak bu kez Coffee Mate'in yeni çıkan Köpüklü Nestle Coffee Mate ile tanışma fırsatı buldum. Gene Fikrimühim sayesinde tabii ki. Fikrimühim'in Nestle'ye ait gönderdiği kitte bir paket Nescafe, bir paket Köpüklü Coffee Mate ve bilgilendirme amaçlı broşür yer alıyordu. Evde tam da nescafe kavanozunun dibine varmışken hınzır gibi yetişen bir kit oldu diyebilirim. Her ne kadar kargo şirketi (burdan da Yurtiçi Kargo'ya protesto olsun!) kitin lila renk metalik kutusunu eğri büğrü elime ulaştırmış olsa da gerçekten şık bir sunum olduğunu içtenlikle söyleyebilirim.

Köpüklü Coffee Mate'in görsellik ve içimi açısından incelersem. Bir tatlı kaşığı Nescafe'ye, üç tatlı kaşığı Köpüklü Coffee Mate konması öneriliyor. Köpük açısından beklentimi çok tutmuş olmalıyım ki köpüğü yetersiz bularak toplam dört kaşık ekliyorum. Yine de köpüğü bir Cappuccinno ya da Caffe Latte ile yarışır düzeyde değil. Lezzet olarak oldukça başarılı. Sade nescafe içemeyen biri olarak hem kahvenin tadını bastırmaması hem de tadını yumuşatması benim açımdan çok önemli. İkisi arasında da oldukça ince bir çizgi var. Coffee Mate bunu oldukça iyi beceriyor.

Coffe Mate'den daha önceki yazımda bahsettiğimden geri kalan düşüncelerime oradan da ulaşabilirsiniz. Yeni ürünleri tatmamızı sağlayan Fikrimühim ve Nestle markasına ise teşekkürlerimi iletiyorum. Twitter'da ise #KeyfiKöpürt diyerek Coffe Mate'in bu yeni ürünü hakkında düşüncelerimi markayla paylaşma fırsatını elde ediyorum. Bir seneden fazla SM yöneticiliği yapmış biri olarak markaların tüketicilerin en ufak fikrini dahi önemsediklerini bildiğimden size de aynı şeyi öneriyorum. Olumlu ya da olumsuz tüm markalar düşüncelerinizi ve yazdıklarınızı dikkate alıyorlar emin olun. O yüzden fikir beyan etme konusunda elinizi korkak alıştırmayın. Şimdilik benden bu kadar. Kafein meraklısı arkadaşlarımın içinde ürünü tecrübe edenler varsa onların da fikirlerini muhakkak bekliyorum.




15 Şubat 2015 Pazar

#Özgecan ve Diğer Tüm Kadınlar Adına


Tarih 11 Şubat, günlerden Çarşamba. Özgecan adlı 20 yaşında bir üniversite öğrencisi sömestr tatili sonrası hem okuluna hem de okul arkadaşlarına kavuştuğu için muhtemelen heyecanlı. Okumayı seviyor çünkü mezun olduktan sonra Psikolog olacak. Küçüklükten beri dikta edilen 'topluma yararlı bir vatandaş olma'nın peşinde. Hayatı boyunca işe yarayan birey olmayı amaç edinmiş kendine. Okulun açılmasının üçüncü günü en yakın arkadaşı, can yoldaşı ile okul sonrası bir şeyler atıştırıp, sıcacık evine dönmeyi planlıyor. Eve dönünce ablasınla ve annesiyle sohbet edecek. Tatildeyken arkadaşlarının başından geçenleri binbir hevesle onlara aktaracak. Belki de ardından Türk kahvesi içerek eğlencesine fal kapatacaklar. Özgecan'ın ablası fincanın kapağında Özgecan'dan dilek tutmasını isterken, Özgecan belki de platonik aşk beslediği erkekle kavuşma dileğini geçirecek aklından.

Evet olması gereken tam da buydu aslında. Ama maalesef o gün Özgecan ne sıcak evine, ne de ailesine kavuşabildi.

Hiç kimsenin aklına Özgecan'ın evine dönerken kullandığı dolmuşun onun mezarı olacağı aklına gelmezdi. Ve de Özgecan'ın dolmuş parasını dolmuşçuya uzatırken, şoförün aklından Özgecan hakkında sapıkça fanteziler geçirdiğinin. Zaten Özgecan hissetseydi adım atar mıydı o dolmuşa. Bilirdi yanındaki biber gazının olur kurtarmaya yetmeyeceğini. 

Dolmuş şoförü ne düşünmüştü peki. Belki de Özgecan'ın çarçabuk ona teslim olacağını. Belki de hastalıklı beyniyle Özgecan'ın dolmuş parasını uzatırkenki güleryüzünü ona olan aşkını yormuştu.
Belki de her okula gidişinde ve okuldan dönüşünde o anın hayalini kurmuştu. Kendini İbrahim Tatlıses'in 'Mavi mavi' filmindeki zengin kızı Sibel'i (Hülya Avşar) kaçıran dolmuşçu Kerim yerine mi koymuştu. Ancak kendisi filmdeki Kerim karakterinin sapık ve cani olarak gerçek hayata yansıması olabilmişti.

Dün Münnever, bugün Özgecan ki bunlar en bilinenleri. Ve de her gün üçüncü sayfada isim ve soyadlarının baş harfi ve yanlarındaki noktalarla isimleri bile tam olarak geçmeyen binlerce kadın cinayeti ve kadın şiddeti... Sadece kadın olmak bile öldürülmen için yeterli sebep olarak görülebilir, aman ha şaşırma! 'Dişi köpek kuyruk sallamasa erkek köpek peşine takılmaz', 'su testisi su yolunca kırılır' 'kadının saçı uzun aklı kısadır' gibi onlarcası bulunan ülkemizde atasözleri kisvesi altında dilden dile dolaşan laflardan ne de olsa.

Benim kanaatim önemli olan şu kadar çocuk yapın diye yönlendirmeler ve maddi ödüllendirmeler yerine dünyaya getirilen çocukları en doğru şekilde eğitecek alt yapıyı sağlayabilmektir. Bu da şüphesiz evlat sahibi olarak ana-baba adayları ve eğitimlerinde en büyük paya sahip eğitimcileri doğru şekilde yönlendirmek, çocuk yetiştirirken en doğru yöntemleri onlara göstermekle olacaktır. Böylece ruh sağlığı düzgün, hem kendine hem de karşı cinse saygısı olan bireyler yetiştirilerek geleceğin Özgecan'larının yaşamlarını bir nebze garantilerken, geleceğin katillerinin yetişmesini önlemiş oluruz diye düşünüyorum. Ayrıca medyanın da doğru şekilde yönlendirilmesi gerekir. Bahsettiğimin 'Tosun Paşa' filmindeki hamam sahnesini kesmek demek olmadığını siz çok daha iyi anladınız zaten. Ve tabii ki adaletin doğru şekilde tecelli etmesi. Belki de bu konuda oldukça iyimserim kim bilir.

Bu son olsun diye tüm kalbimle dilerken.. Psikoloğun deli doktoru, namussuzluğun yerine namusun tanımının iki laftan biri olduğu ülkemde birçok ruh hastasının hayatını paylaştığı eşine, sevgilisine, evladına belki de içten içe göz koyduğu platonik takıntısına şiddet uygulamaya devam edecek onu da biliyorum... Adını ataerkil düzen koyduğumuz erkek üstünlüğünün hakim olduğu ülkemizde hatta dünyada kadına şiddet ve kadın cinayetleri tamamen sona ermese de en azından giderek azalmasını ümit ediyorum. 


7 Şubat 2015 Cumartesi

Ali ile Ramazan


Aşk romanı okumayı çok sevenlerdenim. O sebeptendir ki Ayşe Kulin, Canan Tan gibi kadın yazarların aşk romanları vazgeçilmezlerim arasında yer alıyor. Kadın ruhunun duygusallığa daha meyilli olduğunda inanıldığından mıdır, yoksa biz kadınların hemcinslerimizle daha rahat empati kurabildiğimizden midir bilmiyorum ama kadın yazarları aşk romanları konusunda daha cesur ve başarılı buluyorum.

Perihan Mağden'in ise bu konuda methini daha önce çokça duysam da romanlarından birini okuyabilmek ancak geçtiğimiz ay kısmet oldu. 'Ali ile Ramazan' ile Perihan Mağden maceram böylelikle başlamış bulundu. Daha önce Ayşe Kulin'in kitaplarından olan 'Gizli Anların Yolcusu' ve 'Bora'nın Kitabını' okuyanlar hikayenin konusunu ve ele alış şeklini Mağden'in 'Ali ile Ramazan'ına benzer nitelikte bulabilirler. Hatta öyle ki iki kitabın sonu da benzer şekilde hazin bir sonla bitiyor. Perihan Mağden bu romanında eşcinsel ilişkilerin tu kaka görüldüğü ülkemizde iki erkeğin arasındaki aşkı oldukça etkileyici bir dille ele almış. Romanın konusundan biraz bahsetmek gerekirse; yetiştirme yurdunda daha çocuk yaşta yolları kesişen Ali ile Ramazan'ın acıklı bir o kadar da içten hikayesi anlatılıyor. Hayatları boyunca sahiplenilecek bir aile bulamamış ve sevgi açlığı içerisinde büyüyen bu iki çocuk son çare olarak birbirlerini bir liman sayarak, birbirlerine sığınıyorlar. Daha sonra bu şefkat adı konulamaz bir aşka dönüşerek Ali ile Ramazan şeklini alıyor. Film sadece Ali ile Razaman'ın aşkını değil, yanısıra ülkemizdeki çarpık düzeni de konu alıyor. Kimsesiz çocukların gördükleri muameleler ve olumsuz yaşam koşulları, reşit yaşa geldikten sonra sığınma evinden ayrılmak zorunda bırakılan kimsesiz çocukların sokaklardaki yaşam mücadelesi de bolca değiniliyor.

Roman boyunca Ramazan'ın sokak çocuğu jargonu da sokakta mendil ya da gül satan çocukladan aşina olduğumuz sohbetin tadını bize yaşatıyor.

Özetle romanı tek kelime ile çarpıcı olarak nitelendirebilirim. Perihan Mağden'i tek bir romanla değerlendirmek istemesem de bu romanındaki dilini ve tarzını oldukça akıcı buldum. Diğer romanlarını da yakın zamanda okumak istiyorum.

Homofobik kaygılarla hikayeye yaklaşmayanlar hikayeyi daha değerli bulacaklardır eminim. Ayrıca Studio 4 İstanbul adlı tiyatro grubu geçtiğimiz yıl romanı Garaj İstanbul tiyatro sahnesine de uyarlamış. Şimdiden okumak isteyenlere, iyi okumalar.