31 Temmuz 2012 Salı

Sporda Yeteneksizim - 1 -


Bu yaşıma gelene kadar etrafımdaki birçok kişinin farklı yeteneklere sahip olduğunu gözlemledim. İster arkadaşım olsun, ister akrabam. Hepsinin az çok, uzun ve ya kısa dönem de olsa yaptıkları, ilgilendikleri ve de en önemlisi yatkın oldukları bir dal vardı.

Kimi spora meraklıydı. Ya vaktinde yüzmüş, jimlastik yapmış, bisiklet sürmüş, basketbol, voleybol oynamışlardı . Bazıları ise buz pateni gibi spor dallarına yatkındılar. Birçok arkadaşımın çocukluk dönemlerinden kalma ve odasının baş köşesinde duran gururla söz ettikleri bir madalya / madalyaları bulunuyordu.

Kimi sanata eğilimliydi. Tiyatrolarda yer almış, şiirler yazmış, fotoğraflar çekmiş ya da bale gibi sanat dallarıyla hayatının bir döneminde ilgilenmişlerdi.Ya da çizim ve resimle araları iyiydi. 

Kimisi müziğe ilgiliydi. En azından bir enstrüman çalabiliyor ya da güncel müzikleri aklında tutabilecek kadar müziğe meraklı ve hafızaları kuvvetliydi. Ya da rap, hip hop gibi dansları biliyor ve şarkı sözü yazıyorlardı.

Sonuç olarak etrafımdaki birçok kişinin geçmişte muhakkak ballandıra ballandıra anlatabilecekleri hala devam eden ya da bir dönem sürdürdükleri yetenekleri olmuştu. Peki ya bana gelince...

Spor Benim Azabımsın

İlkokul çağlarından başlar spora olan yeteneksizliğim. Hayatımın çeşitli dönemlerinde sporun çeşitli alanlarına yöneldim. İlkokulda babamın girişimleri ve boyumun ilerde uzun olur avunmalarıyla basketbol oynamaya başladım. Başladım dediysem takımda falan değil, sadece mahalledeki kız arkadaşlarımla oynardım. Denemelerim sonucunda anladım ki basketbol sert bir spor benim narin bedenime ağır gelmişti. Ben maçta avel avel bakınırken rakiplerim elimden topu kapıp gidiyorlardı. Fazla üstelemeyerek henüz başında olduğum basketbol kariyerimi daha başlayamadan bıraktım.

Ortaokul döneminde ise bu kez voleybola sardım. Beden eğitiminde yapılan gruplar içerisinde en beceriksiz tayfa olarak seçilen grupta başı çekiyordum. O derece yetenekliydim yani siz düşünün! Aynı dönemlerde beden eğitimi derslerinde maruz kaldığım muamele jimlastikten de soğumama neden olmuştu. Zaten vücudumun takla atacak kadar elastik değildi. Zor bela atıyordum. Bir de takla atma minderi vardı ki tam bir kabus. 40 kişinin aynı anda senin takla atmanı beklemesi ve beceremediğinde ise muhtemelen içinde platonik aşkının da bulunduğu topluluk tarafından alaya alınmak en büyük işkencelerden biriydi. Bir de cadı bir beden öğretmeni yüzünden işler daha da zora giriyordu. (Artık nasıl bir etki bıraktıysa hocanın adı ve soyadı hala aklımda)

Lise geldiğimde ise bu kez koşu yapmak gibi bir dert çıkmıştı başıma. Neyse ki koşu da biraz daha iyiydim diğer spor dallarındaki performanlarıma nazaran. Sadece unutkan bir insan olduğumdan sık sık eşofmanlarımı evde unutuyor, hocayla papaz oluyordum. Millet dışarıda koştururken ben sınıfta sessizce duruyordum. Koşu dışında voleybolla olan akibetim lisede de devam etti. 

Sonraki dönemlerde ise masa tenisi, bisiklet sürme, bowling ve buz pateni gibi denemelerim olsa da onlarda da pek parlak olmadığım aşikardı.

Kısacası, arkadaşlarımın okul takımlarında yer almalarını gıpta ile bakabilmekle yetinmekle geçti okul dönemlerim.

Ve karar vermiştim. Ben spora karşı kabiliyetsizdim. İyi yapabildiğim tek şey ortada sıçan oyununda sıçan olmaktı. O da spor performansından sayılmıyordu zaten.




25 Temmuz 2012 Çarşamba

Can'dan Bir Mim


Gerçek hayatta en yakın arkadaşlarımdan olan, blog alemine girişine birebir tanık olduğum ve az da olsa blog yazmasına teşvik ettiğim bir arkadaşım la reina ha muertouzun zamandan sonra bana mim paslayan kişi de oldu aynı zamanda.

Mimin konusu bana dair 7 bilgi. Ben de bu aralar olan durumumla ilgili maddeleri yazıyorum.

1) Bu aralar nötr ruh hallerinde geziyorum. Bir yanım negatifken diğer yanım pozitif. Okul bitti ya boşluktayım bir nevi.

2) Yüksek lisans başvuru ve mülakatı için kitaplar ve dergilerle boğuşuyorum bu sıra. Önüm arkadaş reklamcılık, pazarlama ve halkla ilişkiler oldu.

3) Blog adresimi - .com uzantısına dönüştürme fikrine sahibim. Hükümetin işi belli olmaz bir bakarsın gene sansürlenmiş gene bloglar. Bunca yazım ve takipçim gümbürtüye gitsin istemem.

4) Aklımda bir yarışmaya katılma fikri var. Bütün sene proje hazırlamaktan gına gelmesine rağmen diğer yandan bu yarışmaya hazırlanıyorum. (diğer 2 grup çalışanımla birlikte) Ödülü de epey yüksek bir para ödülü, motive olmayacak gibi de değil hani.

5)  Yarın hayatımda en fazla değer verdiğim kişilerden birinin doğum günü. Onun benim yanımda olması bana güç veriyor. Ne kendi ne ben ne de ikimizle alakalı olan özel günlere dair takıntısı olan biri değilim. Özel günlerde yan yana olabilmemiz bile benim için hediyeden çok daha fazla şey ifade ediyor.

6) Kendimi yazarak çok iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Çünkü normal hayatta yazılarıma nazaran daha pasif birisiyim. Kendimi ortalara atabilen birisi (yırtık tiplerden) olamadım hiç bir zaman. Olmak isterdim ama olamıyorum. Yapım bu!

7) Son olarak takipçi sayımın 700'ü aştığı şu günlerde çok mutlu olduğumu da söylemeden edemeyeceğim. Yazdıklarımın takdir görmesi ne hoş. İleri de bir gün Ayşe Arman olamasam bile, Ayşe Nur Eker olarak yazılarımla bir yerlerde yer alabilirim belki kim bilir.

Mimi ise sıradaki son 3 takipçime paslıyorum.

Est =)
Bu Kız Neden Böyle
Reyhanla Herşey



16 Temmuz 2012 Pazartesi

Hepimiz Birer Audrey, Marilyn'dik O Akşam / Ödül Macerası Part 3


Varacağımız otelin önüne geldiğimizde taksiden indik. Otel beş yıldızlı olunca taksi kapımız bile otel çalışanları tarafından açıldı ve pek bir havalı karşılandık. Hotelin lobisine geçtiğimizde biz hariç etrafımızdaki herkes yabancıydı. Çoğunlukla da araptı.Yaklaşım 15-20 dakika sonra hocalarımız lobiye geldi ve onlarla buluştuk. Geriye otelin bir sokak aşağısında bulunan ve ödül törenin gerçekleştiği Harbiye Açık Hava Müzesi'ne gitmek kalmıştı. Mesafe yakın olduğundan ve müzenin yönü arabayla ters kaldığından tabanlara kuvvet yürüyerek gidecektik. Geriye atlanması gereken en önemli iki level kalmıştı. Dik uzun bir yokuş ve arnavut kaldırımları. Bitmek bilmeyen arnavut kaldırımları biz Harbiye Askeri Müzesi'ne girince dek devam etti. Ne bizim arnavut kaldırımları aralarına giren ince topuklarımız bugüne kadar bu kadar meşakkatli yol katetmişti, ne de müze bahçesinde yer alan arnavut kaldırımları bugüne kadar asker postalları dışında bu kadar çok topuklu ayakkabıyı bir arada görmüştü.

Salona vardığımızda ise hemen adlarımızı yazdırarak yerlerimize oturduk. Salonda sayılı sayıda bulunan kız öğrencilerden olarak hepimiz birer Audrey Hepburn, Marilyn Monroe havasındaydık o akşam.

Başlangıç olarak mehter takımının yaptığı gösteriyle başladı. Biz ise gösteri yerine dikkatimizi sahnede yer alan masanın üzerindeki ödüllere vermiştik. Bir kısmı büyük bir kısmı da küçük olan ödüllerin hangilerinin bizim olabileceği üzerine olasılıklar kuruyorduk.

İlk olarak 'Genç İletişimciler' kategorisi açıklanmaya başlandı. İlk kazanan üniversite açıklandıktan sonra bizde heyecan daha da tavan yapmıştı. Üçüncü olarak bizim projemizin adı açıklanınca uçarcasına kendimizi sahneye attık. Bizim ardımızdan profosyonel ajans ve şirketlerin aldığı ödüller açıklandı. Aralarında Nestle, Coco-Cola, Turkcell, Koç Holding gibi büyük şirketlerin bulunduğu katılımcılar ödüllerini aldılar. Ödül töreninin ardından herkes ödülleriyle fotoğraf çektirmek için sahnede yerini alındı. Genç İletişimciler kategorisinde her gruba tek bir ödül verildiği için ve de ödüller okula kalacağından dolayı ödülle hepimiz  cılkını çıkarırcasına yegane ödülümüzde teker teker fotoğraf çektirdik. Ardından hangi kanaldan olduğunu bilmediğimiz ve de sormayı akıl etmediğimiz bir kameraya röportaj verdik. Yarışmanın verdiği heyecanla saçmala dozajımız arttı röportaj verirken.

Ödül töreninin ardından Askeri Müze'nin arkasında yer alan kokteyl alanına giderek vakit geçirdik. Kokteyl alanı o kadar loştu ki, göz gözü görmüyordu. Hani biriyle gideyim tanışayım falan desen mümkünatı yok. Karanlıkta yüzleri seçebilmen mümkün değil. Rastgele oturduğumuz bahçedeki banklarda daha sonra gazeteci (internet gazetesi) olduğumuz kişi tarafından esir alındık. Gazeteci bey bize okuldan sonra planımızın ne olduğunu sorarken, bize onlarca da tüyo verdi. İlerleyen saatlerde ise bir şeyler içtik ve geceyi tamamladık.

3 partın özeti:

Hayatımda ilk kez ödül alan bir gruba dahil olarak büyük bir mutluluk yaşadım. Hele de konusu İstanbul olan bir yarışmada İstanbul'da olan üniversitelerden bir adım geriden başlayarak İzmir'de kendi imkanlarımız doğrultusunda hazırlandığımız bir yarışma da başarı elde etmek hem bizi hem de hocalarımızı gururlandırdı. Posta Ege, Milliyet Ege gibi bölgesel yayınların yanında Posta Ana gazete gibi ulusal yayınlarda da yer alarak daha bir mutlu mesut olduk.

Ödül alma maceramız meşşaketli ama bir o kadar da eğlenceli geçti. En önemlisi de çektiğimiz çileye değdi. Ödül ödülün mayasıdır (uyku değil miydi o) diyerek, ödülün arkasının gelmesini umuyorum.

Hikayenin önceki bölümleri:

Köyden İndik Şehre  / Ödül Macerası Part 2

Yola Çıkış / Ödül Macerası Part 1







10 Temmuz 2012 Salı

İzmir'de Popüler Olmuşum Meğersem


Her ne kadar aklımda 2 gün öncesine kadar ödül maceramızın devamını derleyip, yazmak olsa da hesapta olmayan olaylar cereyan etti geçtiğimiz günlerde. İzmir'de olanlar bilirler. 3 ay önce, henüz daha açılmadan İzmir'in en büyük alışveriş merkezi olduğuna dair namı yürüyüp giden, ardından ise açılışıyla İzmir'lilerin beklentilerini fazlasıyla karşılayabileceğini ispatlayan bir alışveriş merkezi açıldı. Adı Optimum Outlet. Hatta içinde bulunan buz pateni pisti, çocuk oyun alanları, her damağa uygun yeme-içme mekanları, sinema salonları ve sayısını kestiremediğim giyim, aksesuar ve ev eşyaları mağazalarıyla buraya yaşam merkezi demek daha doğru olur.

Geçtiğimiz hafta etkinliğin düzenlenmesine aracılık eden Ezgi hanım bana ulaşarak İzmir'de en popüler 10 blogger için Optimum Outlet'te bir tanışma toplantısı gerçekleştireceklerini söyledi. Bu bloglar arasında ise "Aktüel blog" kategorisinde en popüler benim blogum seçilmiş. Ardından bu kez Optimum Outlet'ten davetiyem mailime ulaştı. Bu fırsatı kaçırır mıyım, geleceğimi söyledim tabii ki. İzmirli bloggerların arada toplandıklarını biliyordum ama bu toplantılara bugüne kadar dahil olamamıştım. Bu benim için bulunmaz bir fırsattı.

Ardından pazartesi günü söylenen saate hem Optimum Outlet yöneticileri ve diğer on blog yazarı arkadaşımla  kahvaltının düzenlendiği Optimum Outlet'in en üst katındaki Kule Cafe'de buluştuk. Gitar eşliğinde ve binbir itinayla hazırlanmış kahvaltımızı ettik. Diğer yandan ise Optimum Outlet hakkındaki görüşlerimizi yöneticilerle paylaştık. Adana, Ankara ve İstanbul'da daha önce açılmış olan Optimum, 3 ay içerisinde İzmir'liler için bulunmaz bir nimet haline gelmiş bile. Öğrenci emeklisi bir insan olarak her keseye uygun ve binlerce çeşide sahip mağazaların toplandığı bir yer cennet değilse nedir! Ama itiraf etmeliyim ki cinsiyetimin kadın olmasıyla alışverişe olan düşkünlüğümün paralel olduğu doğrudur.

Kahvaltıdan sonra ise bu kez on blog yazarı ve Ezgi hanımla birlikte Optimum Outlet turu yaptık. Dükkanlara girdik, çıktık, giydik, çıkardık, talan ettik. Turumuz bittiğinde ise bu kez Özsüt'te ağırlandık. Geldi çaylar, kahveler, gitti sohbet ve öneriler. Günün ardından ise Optimum Outlet tarafından çam sakızı çoban armağanı günün anısı olan küçük hediyelerimizle alışveriş merkezinden uğurlandık.

Özetle, ileride asla unutmayacağıma emin olduğum ve kendimi ayrıcalıklı hissettiğim bir gün oldu. Optimum Outlet yöneticilerinin güleryüzü ve bizi değerli kıldıklarını her dakika hissettiren ileri düzeyde hassasiyetleri içinse ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Yanısıra bugüne katılmıyla renk katan blog yazarı arkadaşlarıma ise ayrıca teşekkürler.

İşte etkinliğe katılan İzmir'den 10 blogger;

darkolive style


Günün fotoğraf albümü için: Facebook hesabım ve "Optimum Outlet'in Düzenlediği İzmirli Bloggerlar Toplantısı" albüm




5 Temmuz 2012 Perşembe

Köyden İndik Şehre / Ödül Macerası Part 2


Meşakkatli yolculuğumuzun ardından nihayet İstanbul'a varmıştık. Vapurun sallantılarının etkisinden olacak, bedenimiz iskeleye varmış olsa da beynimiz hala vapurdaydı ve hala sallanıyordu. İlk istikametimiz  metroyla Taksim'e gitmek oldu. Metroya bindiğimiz andan itibaren ise birçok kişinin bakışlarını üzerimizde hissetmeye başladık. Ne yazık ki İstanbul'da böyle bir durum var. İnsanların (özellikle de erkeklerin demeye bilmem gerek var mı) tuhaf bakışlarıyla karşılaşabiliyorsun. İçten içe ayar olup ters ters baksan da daha fazla elden bir şey gelmiyor tabi. Gurbet eldesin, susuyorsun ve oturuyorsun.

Metroyla yolculuğumuzun ardından Taksim'e vardık. Tabii bir yere oturmadan önce İstiklal Caddesi'nin başında durarak gelip geçen birbirinden enteresan tipleri tahlil etmeden duramadık. Baktık ki artık yorgunluktan ve açlıktan tansiyonumuz düşmeye başladı, hemen kendimizi restaurantlardan birine attık. Aç karnımız doyurduktan (ki öğrencilikten yeni çıkmayız, gün içerisinde tok olarak gezme süremiz oldukça az) sonra arkasından türk kahvelerimizi yuvarladık. Tokluğun verdiği rehavetle bu kez uykumuz geldi. Gene kısa bir metro yolculuğunun ardından kendimizi öğrenci evine zor attık.

O akşam bütün gece henüz almadığımız ödülün geyiklerini çevirdik durduk. Kesin ödül alacak mıydık, sahnede nerede duracaktık, ödül aldığımızı öğrendiğimizde nasıl şaşırma yüz ifadesi yapacaktık ve de en önemlisi sahnede yüksek topuklu ayakkabılarımızın üzerinde saatlerce nasıl duracaktık! Ertesi gün ise paniğimiz artarak devam etti. Önce makyaj için ayna sırası (tek bir aynaya 4 hatunuz kolay değil), ardından oje sürme merasimi, saç maşası ve düzleştiricisiyle yaz sıcağında saç yapma telaşesi ve son olarak ayakkabı üzerinde durma denemeleri. Her gün bir kokteyl, bir kutlamaya giden kadınlara daha bir hayran oldum o gün, her gün bu kadar telaşeye nasıl ayak uydurur ki insan.

Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra ise hocalarla buluşmak için hocaların kaldığı otele gitmemize gelmişti sıra. Gidebileceğimiz yere en yakın taşıma aracı taksi olduğundan tercihimizi taksiden yana kullandık. Taksici de bizim kına gecesi sonrası düğün öncesi hallerimizi görünce nikaha falan gittiğimizi düşündü yazık. Ardından otele gitmek istediğimizi söyleyince bu kez bize yadırgar gibi baktı. (Bizi ne sandı ve kafasında ne senaryolar yazdı düşünmek bile istemiyorum) Bizde mecburen açıklamak zorunda kaldık. Ama asıl muhabbet yarışma ödül törenimize gittiğimizi ve İzmir'den gelen öğrenciler olduğumuzu söylememizle başladı. Bizim çakal taksici köyden şehre inen minik cıbbırlara yani bize küçük çaplı İstanbul turunu yaptırmaya kafasına koymuştu artık. İstanbul'da daha önce staj yapanlarımız İstanbul'u biliyormuş ayağına yatsa da gene yolumuz uzadı.O esnada ben ise şoför yanına oturma durumunda kalmış bir kurban olarak, yol boyunca taksi şoförünün çok acıklı hayat hikayesini dinlemek mecburiyetinde kaldım.

Ardından neler mi oldu devamı diğer yazı da. (Arkası yarın trt radyo programları gibi oldu ama finale az kaldı, bekleyin!)

Hikayenin önceki bölümleri: 

Yola Çıkış / Ödül Macerası Part 1